Kültür bizim dünyaya yaptıklarımızla dünyanın bize yaptıkları arasındaki diyalektiğe işaret edermiş. Biz her anlamda yoksullaştığımızdan bu diyalektik bizi gittikçe dindarlığa ve milliyetçiliğe sarılan bir toplum haline getiriyor herhalde. Oysa Bertrand Russell “tembellik uygarlığın direğidir” der. Biz uygarlığa biraz uzak olduğumuza göre, bu durumu midelerin boş olmasına ve işten güçten felsefe yapacak boş zamanın olmamasına bağlıyorum. Felsefenin Antik Yunan’da başlamasının bir nedeni de İyonyalıların dericilik ve ticaretle zenginleşmeleri ve boş zamana sahip olmalarıdır. Düşünebilmek için belirli bir gelir düzeyinde olmanız elzem galiba. Niye deniz kıyılarında görece daha ilerici bir halk yığılması söz konusu acaba? Niye Anadolu içlerine girdikçe toprak gibi insanda büyük oranda çoraklaşıyor? Siyasete de yansıyor doğal olarak bu durum, iktidarı belirlemede etkin oluyor. Merkezden kıyılara ve büyük kentlere göçlerde etkili tabii ki. Göç alan yörelerde de kaçınılmaz olarak etkileşim sonucu insan yapısında dönüşüm başlıyor. Şevket Süreyya Aydemir “Suyu Arayan Adam” adlı kitabında Turancılıktan Komünizme, oradan Kemalizm’e nasıl ulaştığını anlatır. Daha evvel yaptığımız gibi arada bir okurla sohbet etmek lazım, hep didaktik yazı yazılmaz ki, sıkar insanı…
Hangi sarayda adalet olduğuna bakmaksızın adalet sarayları yaptılar dört bir yana, sarayda hiç adalet olur mu nerede görülmüş? Bir toplumun huzurlu ve yaşamın güvenilir olması için adaletin ne kadar gerekli olduğu hiçbir dönemde bu kadar iyi anlaşılmamıştı. Bazı değerleri iyice sindirebilmek için onların yoksunluğunu tatmak lazım demek ki. Her şeye sahip olmaktan çok sahip olduğuna layık olabilmek önemli. Bilgi de öyle. Bilgeliğe üç aşamada ulaşılırmış. Birinci aşamada öğrenenler kibirli olurmuş, ikinci de bir mütevazilik kaplarmış kişiyi, üçüncü aşamada ise öğrenenler aslında hiçbir şey bilmediklerini anlarlarmış. Zaten insanlığın ilk keşfi de kendi aptallığı olmuş, ama boş durur mu, hemen ikincisi olarak kurnazlığı devreye sokmuş. Ülkemiz hep aynı filmi oynatan üçüncü sınıf kasaba sineması gibi, kötü adamlar hep kazanıyor iyiler sessiz kalıyor, yoksullar hep korkak zenginler daima acımasız. Bu film hiç bitmez mi yahu! Beşli çeteden hiç mi bir Hulusi Kentmen çıkmaz? Yine siyasete girdik ister istemez. Bir lafımızda siyasetten hoşlanmayanlara olsun. Siz siyasetle ilgilenmeseniz de meraklanmayın siyaset sizle ilgileniyor nasıl olsa. Aklıma geldi, Nietzsche “benim ağzım sizin kulaklarınıza göre değil” demişti. Neyse iyi yazmak aynı zamanda iyi düşünmek demekmiş. İyi düşünelim de sonu iyi olsun…