Bizim halkımız binlerce yıldır akıl süzgecinden geçirerek damıttığı düşünceyi bilirsiniz: “Fazla mütevazı olma, sahi zannederler!” denir.
Yaşamın her alanında olduğu gibi, kendimize biçtiğimiz değerlerde de “aşırı ve noksan değerlendirme yapmak” insana özgüdür.
İşin sırrı, yaşamın başka alanlarında olduğu gibi, kendimize biçtiğimiz değerde de ölçüyü kaçırmamaktır.
Eğer binlerce yılın gözlemi, “Akla nazar değmez!” diye uyarıyorsa; biz de böyle bir değerlendirmeye karşı gerekçe üretemiyorsak, insanların kendilerini meşrulaştırma konusunda çok da derinlikli sorgulama yapmadığı, yapamadığı genellemesine ulaşabiliriz.
Söz konusu insanın kendisi olunca lunapark aynaları devreye giriyor. Çoğunluğumuz dış bükey aynaların görüntüyü büyütmesinin cazibesine kapılabiliriz. Çok azınlıkta olanlarımız da iç bükey aynaları kullanır; “benden bir şey olmaz” yargısının “kendini vurmaya dönük” etkilerinin tuzaklarına yakalanabilir.
Biliyorsunuzdur, teleskopta iki mercek önemlidir: İç bükey ve dış bükey mercekler birlikte kullanılarak gerçekçi gözlem yapmamızı kolaylaştırır.
Eğer her bilginin bir üst bilgisi olduğunun farkındaysanız, kendinizi herkesten daha bilgili ve etkili biri olarak değerlendirmezsiniz. Kendi ürettiklerinizi, yaşama kattığınız değerleri, sizden üstün olanın katkılarıyla karşılaştırma özgüveniniz varsa, o zaman ne yaptığınızı küçümseyerek kendinizi vurur; ne de kendinizi abartarak “kibir ve üstünlük inancının” kör kuyularına düşmezsiniz.
Kendimizi vazgeçilmez sanmanın kaynakları nelerdir?
Her insan kendi zihninde sonsuz özgürlüğe sahiptir. Hangi karanlık zindanın kör kuyularına atarsanız atın, insanın kendi zihninde sahip olduğu özgürlüğü kısıtlayamazsınız.
İnsanlar var olma ve varlığı korumayı kendi zihinlerimizde gerekçelendirir; “var olmamızı meşrulaştırma” yaşam için anlam üretmeye katkı yapabilir.
Bir hafta önce bilardo oyunun bir değişik dalı olan snooker oyununda dünya şampiyonu olan Çin kökenli Zhao Xinton bir hekimin çocuğudur. Daha lise çağlarında, “Ben üniversite okumayacağım, snooker ustası olacağım” diyor; genç yaşta da amacına ulaşıyor. Kendini kanıtlama bir seçim işidir; seçimlerimizin değer ve anlam üretmesine yönelmesi de iz bırakmanın gereğidir.
Değer üretmeyen ve anlamsız olan, herkesin yaptığı halde, kendimizi abartılı değerlendirerek “vazgeçilmez olduğumuza” inandırmamız yanlıştır; aynı zamanda tehlikelidir.
Denebilir ki, kimseye zararı yoksa, kendi zihnindeki özgürlüğü kullanmanın, kendimizin vazgeçilmez olduğuna inanmanın zararı ne?
Kendini vazgeçilmez sanma duygusu bulaşıcıdır… Özellikle topluma dönük görev almış olanların kendilerini geride kalanlarla değil, ileride olanlarla karşılaştırması aşırı ve noksan değerlendirmenin sakıncalı tohumlarının yeşermesini engelleyebilir.
Önemli olan, “Mezarlıklar vazgeçilmez olduklarına inanan insanlarla doludur” özdeyişini doğrulayan bir alanda gezinmemektir. Çekirdeği, mayası bozuk bir düşüncenin peşinde sürüklenmek doğru bir tutum değildir.