Haziran ayına elektrik, doğalgaz ve neredeyse günlük hale gelen akaryakıt zamlarıyla başladık.
Enflasyondaki kontrol edilemeyen yükseliş ve alım gücünün azalması toplumun tüm kesimlerindeki yıkıcı etkisini sürdürüyor.
Ağırlaşan ekonomik zorluklar bir yanda toplumsal ve siyasal olarak da çok önemli sorunlarla karşı karşıyayız.
Demokrasinin en temel dayanağı olan ve ‘bağımsız olması gereken yargının’ hukukun evrensel ilkelerini yok sayan kararlara imza atması, toplumun vicdanını yaralamaya devam ediyor.
“Tweet atmanın, yumruk atmaktan daha ağır bir suç olarak görüldüğü” yargı kararlarına tanık oluyoruz.
Diğer yandan, toplumsal barışı zedeleyen ve kutuplaşmaya yol açan ‘aşağılayıcı siyasi söylemlerin’ de ardı arkası kesilmiyor.
Barışçıl ve demokratik içerikteki gezi eylemlerine katılan milyonlarca kişiye devletin en üst mertebesinden ‘ağır hakaretler’ ediliyor. 
Ülkedeki asayişi sağlamaktan sorumlu olan Bakan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına ‘hakaret etme hakkını’ özgürce kullanıyor.
İktidarı her uygulamasında destekleyen MHP’nin Genel Başkanı, ana muhalefetin temsilcisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu açık bir şekilde hapse attırmakla tehdit ediyor.
Oysa ki, makam ve mevkiden bağımsız olarak kimsenin kimseye hakaret etmeye, gelişi güzel tehditler savurmaya hakkı olmamalı.

“Yargının yanlı tutumu” ile ilgili gündeme taşınan, tartışmalı çok fazla başlık var.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği hakkındaki kapatma davası örnek olarak verilebilir.
Dernek, neden kapatılmak isteniyor?
Dernek, kadınların yaşam hakkını savunduğu, erkek şiddeti ile mücadele etiği için bazı gerici çevrelerin hedefinde.
Basında aşk, töre, cinnet, kıskançlık gibi nedenlerle işlendiği belirtilen cinayetlerin birer “kadın cinayeti” olduğunu anlattığı,
“İstanbul Sözleşmesi uygulanacak, kadınlar eşit ve özgür yaşayacak” dediği için;
Dernek hakkında “Kanuna ve ahlaka aykırı” faaliyet yürütme suçlamasıyla kapatma davası açıldı.
Bir şikayet mektubu bile dava açılmasına yetiyor.
“Üstünlerin hukuku” anlayışını temsil edenler ne yazık ki yargı üzerindeki baskısını arttırmış durumda.

Yargıdaki sorunlarla birlikte yasakçı uygulamalar da devam ediyor. 
Mecliste komisyonda görüşmeleri devam eden “Basın Kanunu Yasa Tasarısı” tam bir “Sansür yasası” olarak hazırlanmış.
Yasa, tamamen sübjektif değerlendirmelere bağlı olarak ‘muhalif medyayı susturmayı’ amaçlıyor.
Tüm sosyal medya platformlarını baskı altına almayı öngören teklif bu haliyle geçerse ülkemizin demokrasisi büyük bir yara daha almış olacak.

Diğer yandan bu süreçte akla, mantığa ve yaşamın doğal akışına uymayan başka yasaklama kararları alındı.
Bu bağlamda Eskişehir de ne yazık ki yasaklamalarla gündeme gelen bir kent oldu.
Binlerce gencin katılacağı Anadolu Fest müzik festivali gençlerin ve kadınların yaşam tarzına müdahaleyi alışkanlık haline getiren tarikatların etkisiyle iptal edildi.
Gençlerin kızlı, erkekli bir arada eğlenmelerini, dans etmelerini ‘tehlikeli’ gören anlayışa onay verildi.
Son dönemde “Ahlak” üzerinden adeta “topluma yeni bir form verilmeye” çalışıldığını söylemek yanlış olmaz.
Yasaklara tekrar geri dönersek devamı da var.
Türk Dünyası Kültür Vakfı’na ait olan Dede Korkut Parkında yoga yapan kadınlar CİMER’e yapılan şikayet gerekçe gösterilerek engellendi.
Gelinen noktada ‘Yasağı kabul etmeyen Eskişehirli kadınlar’ daha kalabalık gruplarla aynı parkta yoga yapmaya devam ediyor.
Parkın sahibi Türk Dünyası Kültür Vakfı’nın Mütevelli Heyeti Başkanı AKP Eskişehir Milletvekili Nabi Avcı ise konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Kaos için çabalayanlar var” dedi.
Kaosu kim yarattı?
Parkta yoga yapan ve kimseyi rahatsız etmeyen kadınları engelleyen güvenlik görevlilerini oraya kim gönderdi?
Olaydan kısa bir süre sonra Vakıf tarafından “Parkta eylem yapmak için izin almak gerekli” paylaşımı yapılmasına karşın Vakıf Başkanının ertesi gün “Parkta yasak yok” ifadesini kullanması nasıl açıklanabilir?

Örneklerini verdiğimiz olumsuz tablo karşısında HAK, HUKUK, ADALET mücadelesine devam…