Onlar yandı. Kırmızı kırmızı alevler çıkararak bu sıcakta daha da ısınarak yandı. Sizin hiç vücudunuzun bir bölgesinin yandığı oldu mu? Yanık yarasının ne denli ıstıraplı olduğunu bilir misiniz? Hani dereceleri vardır; birinci derece, ikinci derece, üçüncü derece yanık diye. Öyle acılıdır ki bu yaralar, pamukların içinde sarılı dururlar aylarca. Sonra izleri kalır, kimisinin bir hayat boyunca üzerlerinde taşınacak. 
Allah kimseleri yakmasın. Öyle ciddi bir yanık yaram olmadı ama, kazara ocakta, fırında elimi, bir keresinde de sıcak çay suyuyla ayağımı yaktığımda canım inanılmaz acımıştı. Ve oldukça uzun bir sürede geçmişti ayağımdaki o yanık yarası. 
Orman Genel Müdürü, Cumartesi gecesi çıktığı bir açık oturum programında, “iki üç günde geçen yılın toplamı kadar yangın yaşandığını” açıkladı.  “Yangınların nasıl çıktığı, kasıtlı olarak insan eliyle mi, yoksa yine insan eliyle ama kazayla mı olduğu şimdilik meçhul ancak bu kadar kısa sürede bunca yangın için sabotaj olasılığının yüksek olduğunu da” ilave etti. 
Sonuçta onlar yandı cayır cayır. Asırlarca büyüyüp orman olmak için çabalayan güzelim çamlar, ağaçlar.. Onların üzerindeki kuşçuklar, gövdelerindeki börtü böcek, dalların arasına sığınmış sincaplar. Kaplumbağalar, tavşanlar. Ormanda yaşayan ne kadar canlı varsa… 
Hepsi ama hepsi yandı. Bu sıcakta, bu Temmuzun sarı sıcağında, bizler gölgelere çekilmiş of puf ederken, onlar yüzlerce dereceyi bulan sıcakta yandı. 
Canları bizim kadar acımış mıdır, yoksa daha mı fazla? Feryatları, çığlıkları göklere yükseldi, duyanlar için, anlayanlar için. 
Demek ki çok acıdı. Kömürleşirken ağaçların gövdesi, tüyleri bir avuç alev topuna dönüşürken kuşların, o ağır, aheste yürüyüşleriyle bir yere koşamayan kaplumbağaların canları çok ama çok acıdı. 
TV ekranlarını izliyorum; Yangın alanının üzerinde havada helikopterler, aşağıda orman işçileri pür telaş, bir an önce alevlerin önüne geçmeye, yangını söndürmeye çalışıyor. Hemen birkaç yüz metre ötesinde sahilde, insanlar gülüş bağırış denize girip tatillerinin tadını çıkarmaya devam ediyorlar. Bazıları ise masalarında tam bir iştiha ile o manzaraların(!) karşısında yemek yiyorlar.
Biz ne zaman ve nasıl bu denli duyarsız bir toplum haline getirildik? Nasıl bu kadar benmerkezci olduk?
Nasıl yanan ormanlarla birlikte içimiz yanmıyor? Nasıl her yıl artan oranda çıkan bu yangınların önünün alınabilmesi için insan olarak, yurttaş olarak bir şeyler yapmamız gerektiğinin bilincinde olamıyoruz? Bu bağlamda siyasi otoriteye baskı kuramıyoruz!
Orada gülüş bağırış denize giren kulların hiç mi burunlarına yanan canların kokusu gelmedi? Hiç mi başlarını kaldırıp kırmızı alazların acımasız göklere yükselişini görmedi? Hiç mi koskoca bir ormanın yok oluşunun acılı ağıdını duymadı?
Hiçbir şey gelmediyse ellerinden, en azından deniz sefalarına bir süreliğine olsun ara veremezler miydi? Tabi yanan canlar nasıl olsa onların değil!  
Bir orman görevlisinin resim karesi çıktı tv kanallarında, basında. Yangından kurtardığı bir kaplumbağayı kucaklamış, emin bir yere götürüyor. O kaplumbağa şanslı olanı. Ya diğerleri, alevlerin içinde kalanlar? 
Eğer ki bu yangınlar rant amaçlı, ileriki tarihlerde oraların imara açılacağı düşünülerek çıkartılmışsa – bazı tahminler bu doğrultuda- ya da terör örgütlerince düzenlenmişse, dilerim Tanrıdan, bunu yapan o insanlar, ölümlerine neden oldukları o ağaçların, kuşların, böceklerin, hayvanların veballerine boğulsunlar. 
Yaşadıkları sürece de vicdan azabından kahrolsunlar, aynı o ormanlar gibi için için yansın dursunlar.