Sık sık insan bedeninin ne kadar mucizevi bir yapı olduğuna ilişkin çok sayıda övgüyü okur veya dinleriz. Organlarımızın ince bir ayar mekanizmasıyla işlediği, her birinin mucizevi işlevleri olduğunu yazan bir sürü de kitap var. Oysa insan vücudunun birçok aksayan yönü de var, üstelik milyonlarca yıllık evrim sürecinde ortaya çıkan bu kusurları anlatan Amerikalı bilim insanı Nathan H. Lents’ın yazdığı “İnsanın Kusurları” adlı bir de ilginç kitap var. Örneğin insan retinasına görüntü niye ters düşüyor da beynin arka lobunda düzeliyor? Bedenimizde başta kuyruk sokumumuz olmak üzere niye bir sürü gereksiz kemik var? Diğer hayvanlara kıyasla üst solunum yolu enfeksiyonlarına neden daha açığız? Dizlerimiz ve belimiz niye sık sık sorun çıkarıyor? Bel ve boyun fıtıkları diğer canlılarda hemen hemen hiç gözükmezken bizde neden bu kadar sıklıkla rastlanıyor? Birçok hayvan tek çeşit besinle bütün ihtiyacını karşılayabilirken biz neden "dengeli" beslenmek zorundayız? DNA'mız niye geçmiş enfeksiyonlardan kalan milyonlarca virüs "enkazı" içeriyor? Primatlar içinde neden bebek ve anne ölüm oranı en yüksek olan tür biziz? İnsanın bağışıklık sistemi niye kendi bedenine bu denli sık saldırıp tedavisi olmayan “otoimmun” hastalıklara yol açıyor? Baş tacı ettiğimiz beynimizin bu kadar fazla yanılgıya düşmesi ve kötü kararlara imza atması normal mi?..
"Ama kulağa ne kadar tuhaf gelirse gelsin, kusurlarımızın kendine has bir güzelliği var" diyor Lents. Ve ekliyor: "Bizi biz yapan şey kusurlarımız. Bu kitapta ele alacağımız kusurlar, yaşam mücadelesinde kazandığımız galibiyetlerden geriye kalan yara izleridir. Bizler şansımız düşük olduğu halde bu sonsuz evrimsel çatışmadan sağ çıkanlarız; onca riske rağmen dört milyar yıldır azimle sürdürülen direnişin ürünleriyiz. Kusurlarımızın hikâyesi başlı başına bir savaş hikâyesidir." Gerçekten aslında o kadar fazla kusurlu yapımız var ki, ancak hepsinin de bir nedeni var, yaşam savaşında verdiğimiz mücadeleyi anlatıyor. 50 milyon yıllık primat evrimi ayrı bir öyküyü, 5 milyon yıllık insan evrimi kendi içinde ayrı bir öyküyü içeriyor. Bize düşen ise; yaşamın bütün öğelerinin birbirleriyle bu kadar derinden bağlı olduğunu kavrayarak ve ona gerekli saygıyı duyarak, hayretler içinde evrimin bu büyük gösterisini anlamaya çalışmaktır…