Evet...  
Bu deprem faciası hepimizi yürekten sarstı.   
Milletçe yastayız…   
Acımızı yüreğimize gömüp bu felaketin altından bir an önce kalkmak zorundayız.  
Her türlü acıyı atlattığımız gibi, inşallah bu acıları da milletçe birlik beraberlik içinde yardımlaşarak atlatacağız.  
Daha çok çalışmamız gerek, çünkü memleketin sarılacak çok yarası var.  
*  
Eskişehir’ gelince…  
Uzmanlar, ilimizin fay hattı geçen 24 şehirden biri olduğunu söylüyor..  
Bu fay hattı İnegöl’den İnönü’ye, İnönü'den Çukurhisar’a, Çukurhisar'dan Karabayır’a, Karabayır'dan Üniversite Evleri'nin arkasına, oradan Asri Mezarlığa, mezarlıktan Sultandere’ye, oradan da Kaymaz tarafına gidiyor.  
Bir diğer sıkıntı, Kuzey Anadolu Fayı’na 60-70 kilometre uzaklıkta oluşumuz.   
Kütahya’dan geçen aktif fay hattı da cabası.  
*  
Biliyoruz ki Eskişehir her zaman deprem tehlikesiyle karşı karşıya.  
İl merkezinin ise en fazla sarsılacak alanlardan olduğunu açıkça söylenip duruyor.  
Kimi bilim adamları da yeni fay segmentleri olduğunu belirtiyor. Kimilerine göre 6 büyüklüğünde, bazılarına göre de 7.4 büyüklüğünde bir depremin her an tetiklenebileceği söyleniyor.  
*   
Bence haklılar.   
Eskişehir’i bir çanak gibi düşünün.  
Porsuk bu çanağın tam ortasından geçiyor.  
Bir diğer sıkıntı da toprak yapısının önemli bir bölümünün alüvyon karakterli ve zeminde de sıvılaşma olması.    
Ne yazık ki, en yoğun yapılaşma da bu çanağın içinde ve Porsuk kıyılarında.   
Buralardaki binaların hemen hepsi bitişik nizamda yapılmış.  
Üstelik binalar çok eski.  
Bu durum, olası bir depremde, Allah korusun daha şiddetle sarsılacağımız, hasar oranının daha fazla olacağı anlamına geliyor   
*  
Basından okudum.  
Eğitim İş Şube Başkanı: “Deprem riski taşıyan okullarımız mevcut. Bir an önce güçlendirme çalışmaları yapılmalı ve tamamlanmalı” demiş.  
El Hak doğru.  
*  
Bu açıklama beni Eskişehir’de henüz göreve başladığım güne götürdü.  
Brifing Raporları’nı eve götürüp akşamleyin şöyle bir göz atayım istedim:  
Bu raporlar bir şekilde o ilin rontgeni gibidir.   
Sırasıyla sorunları incelerken bilhassa depremle ilgili bölüm dikkatimi çekti.  
Çünkü birkaç yıl önce vuku bulmuş olan 17 Ağustos Marmara Depremi Eskişehir’i de sarsmış, 86 cana sebep olmuştu.  
Sonrası yapılan Teknik çalışmalar, diğer binaların yanında bilhassa on okulun ağır hasarlı olduğunu belirtiyordu.  
*  
Baktım ki, “Ağır Hasarlı” denen bu on okulda hiçbir çalışma yapılmamış.  
 “Acaba içlerinde halen eğitim yapılıyor mu?” diye merak ettim. Şayet yapılıyorsa kaç çocuğumuz, nasıl bir risk altındaydı?   
Sabahı bekleyemedim.  
 Milli Eğitim Müdürü’nü arayıp sordum.   
Aldığım cevap gerçekten korkutucuydu: “Bu on okulda halen yirmi bin civarında çocuğumuz eğitime devam ediyor.” yönündeydi.  
Çarpılır gibi oldum!  
Peki ya tedbir..?  
 Bütün tedbir, şu üç satırlık ruhsuz, duygusuz yazıdan ibaretti:  
 “Bakım, onarım ve güçlendirme yapılabilmesi için  (o zamanın parası) üç trilyon ödeneğe ihtiyaç var.  
Milli Eğitim Bakanlığı’nca Avrupa Kalkınma Bankası’ndan talep edilen kredi beklenmekte olup gelir gelmez güçlendirme çalışmalarına başlanacaktır.”   
*  
İçim bir tuhaf oldu.   
Çünkü ağır hasarlı bina demek, deprem olmasa da her an yıkılabilir demek değil midir?   
Raporun ağırlığı parmak uçlarımdan akıp yüreğime oturdu.  
Dayanamayıp:   
 -Yahu müdür bey dedim, depremin üzerinden neredeyse altı yıl geçmiş. Teknik adamlar: Bu okullar ağır hasarlı ve her an çökebilir, diye sizi uyarmış. Günahsız çocuklarımız, göz göre göre gavurun insafına bırakılır mı hiç? Bu ne aymazlık kardeşim? İnsan yemez, içmez, gerekirse her şeyden feragat eder parayı bir şekilde bulur. Bedeli ne olursa olsun tek bir çocuğumuzun burnunun kanamasına değer mi?  
*  
O akşam içime bir korku düştü: “Allah korusun, ya güçlendirme çalışması bitmeden bir deprem olursa!?”  
Depremle pazarlığımız yok ki!  
İç sıkıntısıyla yattım. Yattım amma o gece bana uyku hayal, düşünmek işkence oldu. Dışarıdaki fırtına kapılar, pencerelerle birlikte beynimdeki düşünceleri de sabaha kadar dövdü durdu.   
                                                           *  
Ertesi gün erkenden tüm yetkilileri topladım. Konuyu enine boyuna müzakere ettik.   
Tam tamına güler misin ağlar mısın durumuydu: Güçlendirme yapılacak çalışmalar önünde hiçbir hukuki engel olmadığı gibi, mali engel de yoktu.  
Vilayet bütçesi denk olduktan başka, 38 trilyon da fazlası vardı.  
“Ah şu bürokrasinin düşüncesiz, vicdansız, ruhsuz, soğuk yüzü…” dedim öfkeyle. 
Okullar, binlerce çocuğumuzun tepesine neredeyse çökmek üzere iken, öte yanda onca para atıl duruyor...  
                                                           *  
Onarım ve güçlendirme çalışmalarına süratle başlattık.   
En ilginç durumu Melahat Ünügür Ortaokulu’nda gördük.  
Güçlendirme çalışmasını yapan teknik arkadaş telefon etti.  
-Sayın Valim dedi, burada çok garip bir durum var, muhakkak görmeniz gerek.   
Gittim.  
Gördüm ki, binanın ana taşıyıcı kolonu boşlukta sallanıyor.  
 Manzara gerçekten tam bir kara mizah örneğiydi.  
 Müteahhit, taşıyıcı kolon için pabucu koymuş. Fakat zahmet edip o dev gibi kolonu pabucun üzerine oturtmamış.  
 Koca kolon pabuçtan yarım metre uzakta, tavana asılı, boşlukta duruyor.  
Anlayacağınız kolon binayı taşıyacağı yerde, tam tersine bina, boşlukta sallanan o devasa kolonu taşıyor.  
Sanki kasıtlı yapılmış; bir an önce çocuklarımızın üstüne göçsün, der gibi.   
Düşündüm de, o güne kadar bu binanın çocuklarımızın tepesine çökmemiş olması tam bir mucizeydi.   
*  
Bu son deprem faciası da gösterdi ki,  
Öncekilerden ders çıkartıp hiç ibret almamışız.  
Bundan sonra alır mıyız?   
Ne yazık ki şüpheliyim.  
Hayatımız akıl, vicdan ve sorumluluk yoksunu bu aymaz zihniyete teslimken…  
Allah encamımızı hayretsin!