Herkeste bir “elalem ne der?” havası…
Ne zaman adaletsizlik, hukuksuzluk olarak nitelenen bir sorun ortaya çıksa, duruma itiraz edenlerin klasik kınama sözlerinden sonraki cümlesi şöyle oluyor:
“Bu operasyonu dünyaya nasıl anlatacaksınız? Anlatamazsınız!”
Sanki, bu işleri yapanların “dünyaya anlatmak” gibi bir derdi varmış gibi!
Ya da sanki, “dünya” bugüne kadar yüz bin kez tekrarladığı “gidişattan büyük endişe duyuyoruz!” açıklamalarından öte durumu düzeltecek birşey yapacakmış gibi!
Oysa ne dünyadan kimseye fayda var, ne de buralarda olup bitenler dünyanın umurunda!
“Dünya” dedikleri çoğu batılı ülkelerden gelecek medet, karşılığında bölgemizden ve ülkemizden neler kopartabilecekleriyle yakından ilgili.
Bu durumda, “böyle yapmayın, dışarıya karşı ayıp oluyor” havalarında feveran edenlerden o ülkelerin sağlayacağı bir çıkar ya da yarar yok.
O zaman gelsin diplomasi!
“ Basın ve düşünce özgürlüğüne, insan haklarına saygı çerçevesindeki Avrupa değerlerinin ülkenizde de tam olarak uygulanacağını ümit etmek istiyoruz!”
Dünyanın diyeceği bu!
İsteyenin bir yüzü kara!
Yeryüzünde kimseden kimseye fayda yok desek bile yeridir!
Zaten uluslararası arenada, en ağır savaş ve kriz koşullarında büyük “koalisyonlar” oluşturan “ileri” ülkeler öncelikle kendi çıkarları için oralarda bulunmuyorlar mı?
Irak’ta, Suriye’de petrolü kendilerine pazarlama vaadindekileri koruyup kollamıyorlar mı?
Bir çıkarlar sarmalının içinde “birlikte kazanalım” yöntemiyle –önce kurulmalarına destek olup- sonra düşman belledikleri örgütleri, kişileri birlikte yok etmeye soyunmuyorlar mı?
Bazıları doğal bulabilir bunu. Doğal olmayan, muhalefetin baskı, hukuksuzluk, adaletsizlik yaptığına inandığı yönetimleri “bunları dünyaya anlatamazsınız” diye caydırabileceğini sanmasıdır.
Oysa hükümetten gerekçelerini açık biçimde yurttaşlara anlatmalarını istemek gerekir.
Tabii vatandaşların da neler olup bittiğini, yöneticilere bizzat kendilerinin sorması...
Örneğin, FETÖ’nün herkesçe bilinen tetikçilerinin bir kısmı yurt dışına tüymüşken, bir kısmı içeriye atılmışken, bugüne dek onlarla bağlantısı akla bile gelmemiş, uzun yılların hep muhalif kalmış gazetecileri, yazarları “ne yaptılar da içeri alındılar?” sorusunun kamu vicdanı açısından yanıtlanması gerekir. (Zira aynı kişilerden bir bölümü, askeri darbe dönemlerinin kıdemli bedel ödeyicilerinden olmuştur.)
Vatandaşın, olan bitenin aslını öğrenmek için her türlü sosyal medya ve iletişim olanağı kullanmaktan bilgi edinme hakkına kadar tüm yolları kullanarak sorularını sorabilme ve cevap alma hakkı bulunmaktadır.
Eğer bu sorular açıklıkla, kamu vicdanını tatmin edici şekilde yanıtlanmazsa,- o ünlü yabancı filmlerden çeviri replikteki gibi- “bir sorunumuz var!” demektir.
O zaman mesele yalnızca bir kısım gazetecilerin gözaltına alınmalarından, basın- yayın organlarının faaliyetlerine son verilmesinden ibaret olmaz.
OHAL uygulamasının en kısa zamanda sona erdirileceğinin açıklandığı bir dönemde, demokrasinin olmazsa olmazları basın ve ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, insan hakları gibi kavramların çiğnenmesi olur mesele.
Önemli olan, bu kavramlara zarar verilmeyeceğinin dış dünyaya değil yurttaşlara anlatılması.
Öğrenmeyi en çok onlar hak ediyor.