Üniversite öğrenciliğim sağ iktidarlar tarafından oluşturulan MC Hükümetlerinin tahakkümü altında geçti. Koalisyon hükümetlerinin başında Süleyman Demirel vardı, sağcı ve solcu gençler birbirleriyle çatışırken, “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyerek açıkça tarafını seçmişti. Daha sonra yaşamının son yıllarında AKP hükümetlerinin icraatlarına bakıp CHP’nin yanında ülkesini savunmak zorunda kalmıştı. Hüsamettin Cindoruk “60 ihtilali” sonrası Demokrat Partinin yargılandığı “Yassı Ada” duruşmalarında Partinin önde gelenlerinin savunuculuğunu üstlenmiş bir avukattı. O yıllarda “61 Anayasası” %38,3 hayır oyuna karşın %61,7 oyla kabul edilmişti. Bugün televizyona çıkıp 61 anayasasına “hayır” oyu vermiştim, bugün olsa “evet” oyu verirdim diyor. Her iki siyasetçi de Cumhuriyet tarihinin önemli liderleri arasında yer almalarına karşın, olgunlaştıkları süreçte zamanın akıp giden sularında yeni baştan yıkanma çabası içine girdikleri görülüyor. Çünkü olmasını istedikleri ülke kesinlikle bu değildi. Atatürk’ün arkadaşları olup yanında yer almalarına karşın, onun devrimci yapısını benimsemeyip vefat ettikten sonra Demokrat Partiyi kuranlar içindeki gerçek yurtseverler eğer bugün yaşamış olsalardı, Cumhuriyet devrimlerinden verilen ödünlerin nelere yol açabildiğini sanırım daha iyi anlarlardı…
Bakınız sevgili Ali Sirmen ağabey “Cumhuriyet” gazetesindeki köşesinde bu konuda ne diyor: “Türkiye’de laik aydınlanmacı güçler, Cumhuriyetin ilk dönemi olan 26 yıl dışında hiçbir zaman kendi başına iktidar olmadı, Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünü muhalefette geçirdi. Hem toprak ağalarının hem de tarikat ve cemaatlerin siyasal partisi olan DP ile başlayan anti-laik İslamcı eğilimlere yol açma asgari müştereğinde birleşen sağ partiler döneminde ise Amerikan emperyalizmi ve militaristlerin elbirliğiyle laiklik karşıtı güçler tepeden inmeci yöntemlerle sürekli palazlandırıldı, laiklik yanlıları devletin baskılarının ve kumpaslarının hedefi haline getirildi.” Bu günlere bakınca Cumhuriyet devrimleri halk tarafından tam anlamıyla içselleştirilemediği için erozyona uğradığı fikrinin yanlış olduğu açıkça görülür. Zamanında DP de bu görüşün arkasına sığınıp devrimleri tırpanlamayı marifet sanmıştı. Cumhuriyetten bu yana sürekli aydınlanma karşıtları tarafından baskı altında tutulan devrimler öyle ya da böyle; laik, aydınlanmacı, demokrat kitleler tarafından hala ayakta tutulma mücadelesi verebiliyorsa, bu halkta karşılığını bulmuş demektir. Yoksa bu kadar baskıya, özellikle son 20 yıldır uygulanan İslamcı-otoriter rejime dayanması mümkün olmazdı. Cumhuriyet devrimlerin görkemli özü yerel ve ülkeye özgü olmalarının ötesinde çağdaş ve evrensel değerler taşımasında gizlidir…