Senede bir hafta gidebildiğim Antalya Belek'teki yazlık eve, emekli olduktan sonra beş ay gider oldum. Neredeyse senenin yarısını orada geçireceğim. Günler biteviye geçse de okumak ve yazmak uğraşınız haline gelirse durumunuzdan hiç de yakınmıyorsunuz. Oğlum derdi: "Baba okunacak ne çok şey var!.." Haklıymış, bazen yirmi dört saat yetmiyor insana. Her neyse benim asıl anlatmak istediğim "Caretta carettalar", yani deniz kaplumbağaları... Yumurtlamak dışında karaya çıkmıyorlar, belli başlı kumsallara yumurtalarını gömüyorlar, yavrular iki aylık kuluçka döneminden sonra geceleyin yumurtalarından çıkıp denize ulaşmaya çabalıyorlar. En ilkel atalarımızın 5 milyon yıldır var oluğunu düşünürsek yaklaşık 100 milyon yıldır dünyada hüküm süren bu muhteşem hayvanlar, bizim yüzümüzden artık nesli tükenmek üzere olduğundan, koruma altına alınmışlar. Carettalar bizim sitenin önündeki plajın kumlarına da yumurtalarını bırakıyorlar, yumurtadan çıkan yavrular kumlar üzerinden yürüyerek denize ulaşırlarsa yaşamları kurtuluyor, aksi halde ölüyorlar. Akdeniz Üniversitesinin ilgili bölüm öğrencileri zaman zaman bizim oralara gelip kum içindeki yumurtaları tespit edip, yanlışlıkla basılmasın diye, o bölgeyi çubuk ve renkli iplerle çevreleyip korumaya alıyorlar. Geçen gelişlerinde de Site Yöneticisini bulup geceleri sitenizin ışıklarını söndürebilir misiniz diye rica etmişler. Çünkü yumurtadan çıkan yavrular ışığı görünce deniz yerine ters yöne, siteye doğru ilerliyorlar ve doğal olarak denize ulaşamayıp telef oluyorlarmış. Aydınlık yavruyu kendine doğru çekmekte, ironiye bak ki insanlığı kutsayan ışık Caretta'nın sonu olabilmekte...

Yeni köprümüzün açılışı yapıldı. İsmi üzerinde tartışmalar devam ediyor. Kimisi sosyal medyada örgütlenip, biz bu köprüye "Atatürk Köprüsü" diyelim diyor, kimisi "Üçüncü Köprü" adını takmış. İktidar ise, bu günlerde çok dillendirilen, tam beş yüz sene önceye gönderme yaparak "Mercidabık meydan muharebesini" anıyor ve bir kısmımız rencide olduğunu söylese de adını "Yavuz sultan Selim" koyuyor. Açılış sonrası yine tuhaf görüntüler vardı. Bir tarafta cenazeler, teröre kurban verilen onlarca şehit ve ateşin düştüğü ailelerin çektiği acı, diğer tarafta köprü açılışı için yapılan kutlamalar. Teröre teslim olmadık görüntüsü taşıması açısından bunların hepsi kabul, ancak vatandaşın kutlamada yer alış şekli ne kadar yanlış. Arabasını köprü üzerinde park edip poz vermeler, selfi çekmeler nasıl bir vasatlık. Yaşamdan fazla bir beklentisi olmayan, ne beklemesi gerektiğinin de farkında olmayan halkımız, boğazın iki yakasını üçüncü kez birleştiren görkemli yapıyı, yaşamı boyunca tadamadığı başarının simgesi olarak görüyor, kendini onunla özdeştiriyor, seviniyor ve gurur duyuyordu. İnanamadım, ama televizyonda gözlerimle gördüm, çiftetelli oynayan bile vardı. Evdeki bir konuğumuz; "işte Türkiye bu, sen istediğin kadar yaz, hiç bir şey değişmez" deyiverdi. İnatla yazmaya devam edeceğim, dört bir yanımızı kaplasa da karanlık, elbet ışığa gelende olacaktır...