Bir ülkenin çağdaş bir ülke olup olmadığını belirleyen o kadar çok norm vardır ki saymakla bitmez. Eğitim düzeyi, sağlık sorunları, gelir düzeyi ve dağılımı, kadına verdiği önem, kentleşme problemleri, spordaki yetkinliği gibi. Ancak en önemlisi bir ülkede "çağdaş hukuk" anlayışının varlık sorunudur. Bu art arda sayılanların hepsi geride kalsa bile hukuk ve adalet sisteminin çağdaşlaşması ile diğer sorunları aşmak mümkün olabilir. Ama çağdaş bir hukuk ve adalet anlayışınız yoksa hiç bir sorunun üstesinden gelemezsiniz...

Çağdaş hukuku belirleyen ana unsur ise yetki ve kuvvetlerin ayrılığı ilkesidir. Aydınlanma hareketinin sembol isimlerinden Fransız düşünür Montesquieu'nun (1689-1755) yasama, yürütme ve yargının birbirlerinden ayrılması gerektiğini bildirmesi ve bu güçlerin tek elde toplanmasının sakıncalarını vurgulamasının üzerinden iki yüz seksen yıl geçmiştir. Bunun tersi ise kuvvetlerin tek elde toplanmasıdır. Günümüzde yapılan Başkanlık sistemi tartışmalarının özü de kuvvetler ayrılığımı yoksa kuvvetler birliğimi olmalı, bunun üzerinedir. Ülkedeki muktedirin izlediği yol, eskiyi çağrıştıran, Osmanlıya dönük yapıdadır. Adaleti en iyi kendisinin dağıtabileceğine inanan bir düşüncesi mevcuttur. Bunun günümüzde birden çok göstergesi vardır. Böylesi tutum ve davranışlar sergileyen birinin kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı çağdaş hukuk ve adalet sistemini savunması düşünülebilir mi? İstediklerini yapma konusunda sonsuz bir zorlama istek ve gayreti gözlenen muktedirin başkanlık sisteminden beklediği de adaleti kendisinin dağıtacağı, yasama, yürütme ve yargı erklerini bünyesinde topladığı bir kuvvetler birliği üzerine kuruludur ki, şu anda hal böyle değilken olan bitene baktığınızda, hal gerçekleştiğinde neler olabileceğini bir düşününüz. Çağdaş hukuk normları ile donatılmış parlamenter sistem Türkiye'deki en üst kurumun düşünceleri ile kesinlikle uyuşmamaktadır. Çünkü onun düşünceleri daha geriye dönüktür ve sultanlık, hilafet ve de İslam devletlerinin en saygını, en büyüğü olma gibi idealleri barındırmaktadır...