Birkaç gün once Halil Destici Bey aradı. 
Kendisiyle dost meclislerinde görüşüp tanıştık 
Bir acı kahvenin kırk yıl hatırını sayacak kadar vefalı ve geniş gönüllüdür. 
Cuma akşamı yapacakları “Arabaşı ve Tel Helvası” gecesine davet etti. 
Hem de Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici’nin de huzurlarıyla… 

Çok sevindim ve fakat bir o kadar da üzüldüm. 
Sevindim çünkü, gönül dünyanızın bir olduğu dostlar tarafından hatırlanmak muhteşem bir duygu. 
Seyehatte olup katılamadığım için üzüldüm.   
Bir üzüntüm de, milletimizin binlerce yıllık bir töresini yaşatan böylesi bir etkinliği kaçırdığım içindi.  

Bu davet bende öylesi çağrışımlar yaptı ki… 
Kar fırtınalarının kapıları, pencereleri dövdüğü, çocukluğumun kurt ulumalı uzun kış gecelerine aldı götürdü beni. 
Konu komşunun bir araya geldiği buluşmalarda arapaşı yutulur, tel helva yenilir, sabahlara kadar hoşça vakit geçirilirdi.  
Bazıları “Arapaşı” denilince bunu Araplara has bir yiyecek zanneder. 
Aslı "Ara-Aşı"dır. Zamanla halk ağzında “Arapaşı” olmuştur. 
Öz be öz bir Türk yemeğidir ve kökü Ortaasya’ya dayanır. 
Tabi Tel Helvası da öyledir ve Arabaşı’nın ayrılmaz kardeşidir. 
 Arabaşı ve Tel Helvası karın doyurmak için yapılmaz. Bunlar yürekleri ısıtan, sevgiyi, dostluğu büyüten, mideye değil gönle hitap eden “Muhabbet Yemekleri” dir. 
Yani folklordur, töredir, kültürdür. 
 
Saz söz, eksik olmaz; yüzük oynanır, seyirlik oyunlar sergilenirdi. Ne acı ki, onca muhabbetten hatırımda kala kala bir mani kalmış: 
“Arabaşı dökersen tavuktan; gelemem soğuktan
Arabaşı dökersen tavşandan; gelirim akşamdan
Arabaşı dökersen hindiden; gelirim ikindiden
Arabaşı dökersen kazdan; gelirim birazdan.” 
Kültür ve törelerimizin yaşatılıp yeni kuşaklara aktarılmasına vesile olan bu tür etkinliklerin diğer kuruluşlara örnek olması en samimi temennimdir. 

 Büyük Birlik Partisi denince Muhsin Başkanı  anmamak olmaz! 
Okul yıllarından arkadaşımdı. 
Kardeş kavgasının, terörün, anarşinin üzerimize abandığı o karanlık yılları birlikte yaşadık. 
Namlu gibi çatal yürekli bir gençti. 
Sıra neferi gibi görünse de asla sıradan değildi. Dilinde ve gönlünde renkli dünyaların çiçeklendiği bir insandı. İlkeliydi. Vatan sevgisi, kutsal bir muska gibiydi kalbinde. İnandığı yolda kararlılığından bir ayak geri çekilmez; sarsılsa da düşmezdi. Zihni açık, gönlü ayık, dikkatli, rikkatliydi. Her fırsatta Yüce Yaradan’a gönlünden güvercinler uçururdu. Azrail Aleyhisselâm’dan başkasına asla teslim olmaz bir yaradılıştaydı.  
Hâsılı sözüyle özüyle adamdı…  

Onunla ilgili, köşe yazısının dar kalıplarına sığmayacak pek çok anım var. Birini anlatayım: 
Adıyaman’da görev yaptığım yıllar, bir genel seçim arifesiydi. 
Muhsin Başkan’ın Sümer Meydanı’nda, konuşma yaptığı haberini aldım. 
Anlaşılan benim Adıyaman’da olduğumdan haberi yoktu. 
Bunu fırsat bilip biraz muziplik, biraz da sürpriz olsun diye, “program bitiminde valiliğe uğraması” haberini gönderdim. 
Merak etmiş geldi.  
Ummadığı bir anda karşısında beni görünce, “Sen ha… Sen ha..” dedi şaşırdı. 
-Ben ha… dedim; benim mülkî hudutlarıma giriyorsun haberim yok!  
Epey bir hasret giderdikten sonra programını sordum.  
-Adıyaman ilçelerini ziyaretten sonra, akşam burada kalıp, yarın Urfa’ya geçeceğim, dedi. 
-İtiraz yok, o zaman akşama vali konağında misafirimsin. 
-Sağ ol da şartları biliyorsun, sana sıkıntı gelsin istemem. Zaten yerimiz ayarlandı. 
-Sıkıntıyı bi geç, dedim. Bizim konakta çalışan Sıdıka hanım var. Seni karşısında görürse, herhalde sevinçten bayılır. 
-O niye? 
-Sıdıka, doğru dürüst partinin adını bilmez. Ama seni o kadar seviyor ki, Güneydoğu’nun o sevimli şivesiyle, “Ben oyumu illa da Mössine veririm, başka partiye vermem” diye karşıma dikiliyor. İşten atmak da dahil o kadar ağır tehditler savurdum,  bir türlü vazgeçiremedim. “Sayın valim, beni assanız gene oyumu Mössine vereceğim” diye çatır çatır bana karşı geliyor. Hem de garipliğine bakmadan… 
-O zaman akşama Sıdıka hanımı görmek şart oldu. Baya merak ettim. 

Akşam yemeğine yakın Muhsin Başkanı konakta karşılayıp buyur ettik.  Misafir odasına yerleşirken işaretle Sıdıka’yı gösterdim.  
-Sıdıka bacım nasılsın? dedi Muhsin başkan. 
 Sıdıka bir süre tanıyamadı. Sonra bir çığlık attı. 
-Mössin bey…Mössin bey…Ay inanamıyom, deyip öpmek için ellerine sarıldı. 
Neyse ki Sıdıka’yı kolonyalarla falan sakinleştirebildik. 
Akşam yemeğinden sonra Sıdıka kahve getirdi. Muhsin Başkan onu karşısına oturttu. Epeyi sohbet etti Sıdıka’yla. 
Sıdıka suçlusu kendiymiş gibi üzgün bir tavırla, 
-Mössin bey, kime sorsam, kiminle konuşsam herkes seni çok seviyor. Ama oylarımız az çıkıyor. Bu benim canımı sıkıyor. 
Muhsin Başkan’nın cevabı unutulacak gibi değildi. 
-Sıdıka bacı, dedi; hiç üzülme, bizim parti sabah namazına benzer. Cemaati az olsa da ecri çoktur. 
Sıdıka bu cevaba öylesine sevindi, öylesine sevindi ki… 
Arada bir manidar bakışlarla bana bakıyor, "Aldın mı cevabını" der gibi gülüyordu.