Ahlak ve siyaset arasındaki ilişki, antik çağlardan günümüze kadar değişen biçimlerde dile getirilmiş ve kıyasıya tartışılmıştır. Antik Yunan’da Platon ve öğrencisi Aristoteles konuya ilişkin düşünceler üreten ilk filozoflar arasındadır. Platon’un felsefesinde ahlak, yalnızca bireysel bir mesele değil aynı zamanda toplumsal düzenin de temel taşıdır.
Aristoteles ise insanı “zoon politicon” olarak tanımlayıp insanın tek başına yaşayamayacağını dolayısı ile toplumsal bir varlık ve siyasi olarak da bir yönetime ihtiyacı olduğunu vurgulamıştır. Bu temel kavramlar siyaset felsefesinde giriş cümleleri olarak yerini alır. Platon’a göre ideal devlet dört erdem üzerine kuruludur: Bilgelik, ölçülülük, cesaret ve adalet. Bu dört temel erdem sadece bireysel değil, toplumu belirleyen kavramlar olarak da ortaya çıkar. Platon’da bireyin ahlakı ile devletin ahlakı birbirine paralel ilerler. Aristoteles’e göre ise her insanın yaşamındaki en büyük amaç, “eudaimonia”ya yani hakiki mutluluğa ulaşmaktır. Bu yalnızca bireysel bir haz ya da geçici bir tatmin değil, insanın kendini tam anlamıyla gerçekleştirdiği, erdemli ve anlam dolu bir hayat yaşamasına bağlıdır. Aristoteles’in ahlak öğretisi, Batı felsefesinde etik düşüncenin gelişiminde derin izler bırakmıştır…
Adalet, etiği var eden ilkelerin birincisi ve en önemlisi gibi gözüküyor. Öyleyse etik için olmazsa olmaz bir ilke olan adalet yoksa etik de yoktur. Etik, yani kısaca ahlakın bilgisi diyeceğimiz alan yok olursa ahlak da yok demektir. Öyleyse adaletsizlik ahlaksızlıktır. Eğer Platon’un devlet adlı eserinde bir sofistin tanımladığı gibi adaleti “güçlünün işine gelendir” şeklinde tanımlarsanız berbat bir tanım ama mükemmel bir tespit yapmış olursunuz. Bugün olan biteni 2500 yıl önce öngörenlerin var olduğunu buradan öğreniyoruz. Ahlak aynı zamanda içinde vicdan ve utanma duygusunu da barındırır. Birinin noksanlığı diğerlerinin de yokluğuna işaret eder. İyilik ile kötülük arasında kötülüğü seçen, doğruya değil yanlışa meyleden, gerçeğe değil yalana yönelen, güzelliği değil çirkinliği seçen, adaleti rafa kaldırıp kendi bildiğini okuyan insanlarda utanma, vicdan ve ahlak duygusu eksiktir. Vicdan ve utanma duygusunun temsilcisi ahlak pratikte bireylerin eylemleriyle ilgili olsa da etkisi bakımından toplumsaldır. Toplumsal olması nedeniyle de zorunlu olarak politik bir kavramdır. Tekrar edelim bir toplumda adalet yoksa orada ahlak da yoktur. Yani toplumda ahlaki çürüme varsa, bu öncelikle yöneticilerin sorumluluğundan kaynaklanır…