Muttalıp caddesindeki adı o zamanlar “Devrim Ortaokulu” olan okulda birinci sınıfta okuyorduk. Yıl 1963’tü.

Türkiye’nin güney komşularından, adı Kıbrıs Cumhuriyeti olan ülkede, EOKA adlı Rum milliyetçisi bir faşist terör örgütü, Grivas denilen elebaşıları öncülüğünde Türk kökenli vatandaşlara karşı saldırıya geçmişti. Gazeteler, katledilerek kanlar içindeki giysileriyle bir banyo küvetine uzatılmış genç bir Türk kadını ile üç küçük çocuğunun fotoğraflarını yayınlıyorlardı. Türkiye’de bu vahşete tepkiler çığ gibi büyüyordu.

O günlerde müzik öğretmenimiz, bize yurdundan uzaklarda kalmış bir Kıbrıs Türk’ünün ülkesine özlemini anlatan bir çocuk şarkısı öğretmişti. Şarkının nakarat bölümü, “Ah Kıbrısım Kıbrısım!” şeklindeydi.

Şimdi adını anımsayamadığım kadın İngilizce öğretmenimiz, Kıbrıs Türklerindendi. Kıbrıslılara özgü, yumuşak ünsüz harfleri sert telaffuz eden şivesiyle,

“Ben Kıprıs’ın Baf kazasındanım!” derdi. Ailesinin hala orada oturduğunu söylerdi.

Henüz 11-12 yaşlarında olan ve Kıbrıs’ta yaşananlara dair yazılıp- çizilenlerden büyük üzüntü duyan bizler, sınıftaki öğrencileri, cep telefonunun falan hayal bile edilemediği o iletişimsizlikler döneminde, ülkesinde ailesine de yönelebilecek saldırıların endişesi içindeki öğretmenimize teselli edici bir armağan vermek istedik. Bir derse geldiğinde, selamlama faslından sonra hep birlikte öğrendiğimiz Kıbrıs çocuk şarkısını söyleyecektik.

Öğretmen geldi, ayağa kalktık, “günaydın- sağol” faslından sonra hep birlikte, aklımda şimdi yalnızca bir dizesi kalan şarkıyı söylemeye başladık!

“Magosa hisarları- Baf’ın güzel bağları- Ah Kıbrısım, Kıbrısım”

Öğretmenimiz ilk anda donup kalmıştı. Tüylerinin ürperdiğini hissedebilyorduk. Sonra, gözlerinden istem dışı yuvarlanan yaşlar eşliğinde şarkıya katıldı.

“Ah Kıprısım Kıprısım!”

Geçen hafta, tam 53 yıl sonra, “Kıprıs’ın Magosa hisarlarını” gezerken bu anı aklıma geldi.

Öğretmenimizle bir daha hiç karşılaşamadım. Magosa’ya “Kıprıslılar” şimdi “Gazimağusa” diyorlardı. Haritalarda “Gazibaf” olarak geçen Baf kazası, Rum kesiminde kalmıştı.

Eskişehir Devrim Ortaokulunun “Devrim”i bile kayıplara karışmıştı!

Okul binası, bu anılarımızı hala saklıyor mu bilmem!

* * *

Geçen hafta, Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti ile Kıbrıs Türk Kameramanlar Birliği’nin organizasyonuyla düzenlenen bir gezi için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeydik. Cemiyet Başkanı Yılmaz Karaca öncülüğünde, 40 kişiydik.

Kıbrıs Türk Kameramanlar Birliği Başkanı Savaş Leylek’in özel çabalarıyla çok güzel bir gezi hazırlanmıştı.

Bana göre, gezimizin en ilginç yanları, tarihi yerlere yaptığımız ziyaretlerdi.

Antik çağların Salamis kentinden Osmanlı devrine, eski Kıbrıs Cumhuriyetinden Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne, oradan KKTC’ye kadar pek çok tarihsel dönem hakkında bilgilendirildik.

Gördük ki, Tunç devrinden bu yana Akat’lardan Asur’lulara, Mısırlılardan Romalılara, Venediklilere, Cenevizlilere, tabii Osmanlılara kadar Ada’da iz bırakmayan kalmamıştı.

Magosa’da Namık Kemal Zindanını görüp, döneminde “Vatan Şairi” olarak anılan şairin dizelerini anımsadık:

Merkezi hake atsalarda bizi/ Kürei arzı patlatır çıkarız! (Bizi yer’in merkezine atsalar bile, yer küreyi patlatır, çıkarız!)

Dostlarımızın, meslektaşlarımızın konukseverliği aklımızda, “Kıprıs”tan güzel anılarla ayrıldık.