Siz okurlarla, bir Afrika atasözünü çok sık paylaşıyorum: “ İnsanın olduğu yerde hiç bir şeye şaşma!”
İnsanların vermeye çalıştıkları görüntüleri ile özleri farklı olabilir…Özellikle yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişi olan insanlar, her çeşit yalan dolanla kendilerini olduklarından farklı göstermek için ellerinden gelen hiçbir şeyi arkalarına koymaz… Bugünün iletişim olanakları da işini iyi yapanlardan çok, yaptıklarını iyi satanları öne çıkaran bir öze sahip…
Halkın akıl birikimi, bir insanı iyi anlamak için birlikte yolculuk yapmak gerektiğini söyler…Yetmez, ortak iş yapmak gerektiğini ekler…Bir adım öteye gider, iyi zamanlarda olduğu gibi kötü zamanlarda da birlikte olmanın önemine vurgu yapar…
Özellikle “kifayetsiz muhteris…” diye tanımlanan insanlar, kimliklerini oluşturan “iç tutarsızlıklarını” saklamak için yaptıklarının üzerine “ kursal şallar” örtmede mahirdir…”Kötülük asla çıplak gelmez, üstüne mutlaka kutsal bir şal örter” gerçekliğine kifayetsiz muhterislerde sıklıkla yüzleşiriz.
Prof.Dr. Orhan Oğuz’la 22 yaşında tanıştım…Aramızdan ayrılışına kadar uzun bir dostluk, arkadaşlık, hoca-öğrenci ilişkimiz oldu…Birbirimizle sırlarımızı paylaştık. Kendisiyle ilgili yazabileceğim çok gözlem ve anı var… Bu yazıda, Hocayı “büyük insan” yapan bir özelliğini paylaşmak istiyorum…
Hoca, politik önyargıların ve ona bağlı kinci ve intikamcı tutumların sakıncasını iyi bilen insandı… Prof. Dr. Melih Tümer ve Prof.D. Kıvanç Ertop tutuklanınca, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin bir kurum olarak onların arkasında durduğunu ustaca yöntemlerle nasıl hissettirdiğine yakından tanıklık edenlerdenim…İnsanların kim olduklarına bakmayan, ne yaptıklarına bakan, o nedenle yanlış yapmadıkça onlara güvenen, inisiyatif tanıyan bir yöneticiliği vardı.
Fakülte genel sekreterliği yapan Duran Atlı’nın,Orhan Hoca’ın vefat haberini aldığında gönderdiğini notu birlikte izleyelim: “ Orhan Hocam, hiç kin tutmadınız, kimseyi cezalandırmadınız.12 Eylül döneminin baskılarını da kulak ardı edip Turhan Güneş’e de Hayrettin Erkmen’e de kürsü verdiniz. TÖS ve TÖBDER’li bana görev verdiniz, yetmedi takdirnameler vererek ödüllendiriniz. Sevginizi, adım yerine “Karaoğlan” diye çağırarak belirttiniz. Birilerinin sürgünlerle yok etmek istedikleri beni hayata bağladınız.Sizi nasıl unutabilirim ki? Ağlattınız, gözyaşlarım size Kevser olsun..Allah sizden razı olsun..Ruhun şad olsun…Eserlerinde zaten hep var olacaksın…”
Özellikle üniversitelerde yöneticilik yapanların değişik düşüncelerin tartışıldığı bir iklim yaratma sorumlulukları vardır…Üniversite yönetenler, kısa dönemli “makan rantı” ya da ideolojik saplantıyla “tek doğru benim bildiğimdir” anlayışıyla insanlara baskı kurmanın araçları haline gelirlerse, çocuklarına ve torunlarına Prof. Dr. Orhan Oğuz gibi gurur veren miras bırakamaz.