Cumhurbaşkanı İbn-i Haldun Üniversitesi açılışında yaptığı konuşmada çok önemli şeyler söyledi de esas olarak iki konuya değindi ki, dünya görüşünün özeti, ülkeyi nereden alıp nereye götürmek istediğinin bildirgesiydi. Birincisi; “Çoğu alanda hepimizi mutmain edecek düzeyde yetişmiş insan gücüne sahip değiliz. Genç bir nüfusa sahibiz hamdolsun ama medeniyet tasavvurumuzu layıkıyla hayata geçiremiyoruz… İşte bunun için de fikri iktidarımızı hala tesis edemediğimiz kanaatindeyim.” İkincisi ise; “Sonuçta, ülke ve millet olarak kendimizi kontrolsüz bir Batılılaşma fırtınasının içinde bulduk. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için çıkılan yolun en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır.” Bu iki önemli fikir AKP’nin tarihsel serüveninde neleri yapmak isteyip de yapamadıklarının itirafıdır. 2002 yılında “Milli Görüş Gömleğini” artık çıkardıklarını, “siyasi İslam iktidarı” ideolojilerinden vaz geçip “Muhafazakar Demokrat” olduklarını belirterek seçimde birinci parti oldular. Dinci-Otokratik iktidarlarını usulca kurup 18 yıldır da gitmediler. Bu süre içinde önce Kürtlere sırtlarını dayadılar, “seni başkan yaptırmayacağız” denilince 7 Haziran 2015 seçiminde umduklarını bulamadılar, diyeni içeri atıp, bu kez MHP’ye yanaşarak milliyetçiliğe soyundular. Amaç istedikleri siyasal İslam iktidarını, koşullar ne olursa olsun, ayakta tutabilmek ve sonuna kadar mücadele etmekti. Şimdi MHP desteği de yetmiyor, İYİ Parti üzerine oynuyorlar. O zamana dek iktidarlarına tarikatlar, cemaatlar bilumum dinci yapılanmaları katıp, bekçiler, özel kuvvetler gibi polisiye tedbirlerle desteklenmiş şekilde iktidarı bırakmamaya yönelik bir koltuk kavgasını sürdürmekteler…

Fikri iktidarı tesis edememek ne demek? Eğitimi tamamen dinselleştiremediklerini, siyasal İslam düşüncesini geniş yığınlara layıkıyla benimsetemediklerini, Mısır’daki devrik Müslüman Kardeşler, İhvan benzeri bir Sünni İslam iktidarını beceremediklerini söylüyorlar. Bu yakınmanın ardında Cumhuriyetin laik eğitiminin ne kadar fazla kök saldığının, onu yıkmanın ne denli zor olduğu gerçeğinin açığa vurulması var.  Batı taklitçiliğinin ardında da Mustafa Kemal’in Rönesans, Aydınlanma hareketleri ve Fransız İhtilalinden, özellikle de J. J.  Rousseau’dan etkilenip, modernleşmeyi ülke sathına yaymaya çalışmasına eleştiri var. Sanki Osmanlı devletinde 700 sene boyunca tek bilim insanı, sanatçı ve felsefeci çıkmışta Cumhuriyetin onu örnek almamasına kızıyorlar. Kurucuların uygarlığı ülkeye taşıma gayretlerine taklitçilik deyip aşağılama gayreti içindeler. Üstelik; “Medyamız en modern altyapıya sahip ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” diyerek basından da yakınıyorlar. El insaf! Bu kadar yalana ve yanlışa karşın hala bu ülke insanın yarısına yakın insandan nasıl destek bulabiliyorlar? Bunun nedeninin çeşitli sosyolojik ve psikolojik yasalara dayanması ayrı bir yazı konusu, ancak kestirmeden söyleyeyim, bunu başarabilmelerinin nedeni halkın itina ile ikiye bölünmesinden kaynaklanıyor. Cahil halkı bölmek, diğerlerinin öteki olduğuna inandırmak çok kolay. “Hükümet nerede biter, devlet nerede başlar” kavramının farkında olamayanlar, hükümeti devlet sanıp onu kutsuyorlar. En ufak bir muhalefeti vatan hainliğine kadar uzanan bir faşist iklimde yeşerip büyütüyorlar. Bekir Coşkun’un ardından bir başsağlığı bile dileyemeyenler, bırakın dirileri, artık ölüleri bile ötekileştiriyorlar demektir…