2022-2023 eğitim öğretim yılı önümüzdeki hafta başlıyor.
Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lisede okuyan 18 milyonun üzerinde öğrenci ders başı yapacak.
Ekonomik kriz, okul giderleri, eğitim politikası ile ilgili eksen değişikliği gibi sorunlar ise en yakıcı şekilde varlığını sürdürüyor.
Aileler, kırtasiye ihtiyaçları, kıyafet, okuldan istenilen uzun malzeme listeleriyle nasıl baş edeceğinin derdine düşmüş durumda.
Çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük yaşayan aileler bir de okul masrafları eklenince ağır bir yük altındalar.
…
Okullarda geçmiş dönemlerde olduğu gibi yine ‘fiziki eksiklikler’ devam ediyor.
Laboratuvar, kütüphane, kaynak kitaplara ulaşma gibi yetersizliklerden söz bile etmiyorum.
Bazı okullarda sınıflar çok kalabalık bazılarında ise deprem riski taşımasına karşın eğitime devam ediliyor.
Depreme dayanıksız olduğu için yıkılan okulların ardından devlet okullarının sayısında binin üzerinde azalma olduğu ortaya çıktı.
Yapılan bir çalışma Türkiye genelinde toplam cami sayısı 90 bine yaklaşırken sürekli artan okul ihtiyacına karşın devlet okullarının sayısının 54 binin biraz üzerinde olduğunu gösterdi.
Bu noktada Eskişehir’de H. Süleyman Çakır Kız Lisesi’nin yerini bağışlarken cami yapılması konusunda ısrar edenlere “İbadet ağaç altında da yapılır ancak öğretim bina ister” diyen H. Süleyman Çakır’ı saygıyla anmak isterim.
Rakamlar, iktidarın ‘eğitimi geri plana atan anlayışını’ çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
Mevcut okulların temizlik imkanları, su kullanımı, tuvaletlerinin durumu da hijyen koşullarının yeterliliği bakımından ayrıca üzerinde durulmaya değer.
Kapatılan köy okulları nedeniyle getirilen ‘taşımalı sistem’ bu öğretim yılında da problemli yol ve hava şartlarıyla birlikte çocukları zorlamaya devam edecek.
…
Okullarda öğretmen eksiğine karşın yeterli sayıda öğretmen ataması bu yıl da yapılmadı.
Milli Eğitim Bakanlığı sözleşmeli, ücretli öğretmen uygulamasına son vermediği için ‘güvenceli çalışma’ konusundaki sorunlar devam ediyor.
Mevcut sorunlar yetmezmiş gibi Bakanlık zaten “uzmanlık mesleği olan öğretmenliği” kategorize ederek sınavla “Öğretmen, Uzman öğretmen, Başöğretmen” gibi kariyer basamakları getirerek ‘öğretmenleri bölmek’ için ortam hazırlıyor.
Bakanlığın en temel görevi olarak uğraşması gereken “Eğitimin kalitesi” ile ilgili de ciddi sorunlar yaşanıyor.
Çocuklar ‘iyi bir öğrenme ortamı’ içinde yetişmiyor.
Okuma yazma, basit matematik işlemleri yapma konusunda yeterince gelişmiyor.
Genel olarak çocukların 10 yaşına kadar okuduğu basit metinleri anlamamasına “Öğrenme Yoksulluğu” deniliyor.
Hatalı öğrenme süreci geçiren çocuklar ilerleyen dönemlerde ne yazık ki hatalı bilgileri düzeltemiyorlar.
Bahsettiğimiz öğrenme yoksulluğu doğal bir sonuç olarak ülkelerin kalkınma hedeflerini de aşağıya çekiyor.
Türkiye’de her 100 çocuktan yaklaşık 22’sinin ‘öğrenme yoksulu’ olduğu ifade ediliyor.
Üzerinde durulması gereken çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.
Anaokulu, ilkokul çağındaki çocukların eğitiminde ‘öğretmen kalitesinin arttırılması’ konusu temel eğitim politikası olarak ele alınmalı.
Pedagojik formasyonu olmadığı için ‘çocuğun öğrenme seviyesini ölçemeyen’ öğretmen görevlendirmesinden en kısa sürede vazgeçilmeli.
…
Yeni öğretim yılına başlarken pandemi dönemindeki eğitim eksikliklerini bu döneme aktarılan sorunlar bağlamında anımsatmak gerekli.
Türkiye’de pandemi döneminde ilkokul birinci sınıfa başlayan 2.3 milyon öğrenci 2 dönem boyunca sadece 3 hafta yüz yüze eğitim alabildi.
6 milyon çocuk interneti ve tableti olmadığı için uzaktan eğitime erişemedi.
Çocuklar uzaktan eğitime erişemediği için “eğitimde fırsat eşitsizliği” daha da derinleşti.
…
Milli Eğitim Bakanlığı, “Dindar ve kindar nesil yetiştirme” politikasından vazgeçmeli, tüm programlarını liyakatli kadroların da desteğiyle çağdaş eğitim eksenine göre güncellemelidir.
“Çapulcu” denilen, yerlerde sürüklenen, ‘itibarsızlaştırılan’ öğretmenlerin sorunlarına gerçekçi çözümler getirmelidir.
…
Yeni eğitim öğretim yılı hayırlı olsun…