Bildiğiniz gibi Yahya Kemal Beyatlı büyük bir şair ve devlet adamıdır. Ve İstanbul'u aşk derecesinde sevdiği bilinir. 
O sıra mebus olarak görev yapmaktadır ve görevi icabı Ankara'da olması gerekir. 
Fakat o Ankara'da ikamet etmez, işi biter bitmez İstanbul' a döner. 
Yine böyle bir dönüşünde dostları sorarlar: 
-Üstad Ankara'nın sevilecek bir yönü yok mu? 
-Var der, muzip muzip gülerek; İstanbul'a dönüşü... 

Dikili'den Eskişehir'e dönme hazırlıkları sırasında bazı dostlar: 
-Yahu vali bey şu baş belası salgın sürüyor. Büyük şehirler daha da sıkıntılı...Herkes  yazlıklarında kalmayı daha güvenli buluyor ve dönmeyi düşünmüyorlar. Sen niçin dönüyorsun? Yoksa Dikili'yi güzel bulmadın mı? 
O sıra aklıma Yahya Kemal'in o muzip cevabı geldi. 
-Dikili çok güzel de...ama Eskişehir'e dönmesi daha da güzel! 

Ve döndüm... 
Kitapları karıştırırken gördüm de bu güzel kenti kimler sevmemiş ki! 
Bunladan birisi de,"Bayrak Şairi" Arif Nihat Asya... 
 1950'li yıllarda Atatürk Lisesi'nde kısa bir süre edebiyat öğretmenliği yapmış. Eskişehir'i o kadar çok sevmiş, o kadar çok sevmiş  ki, 
-"Nazlarda dilek vardı edalarda sihir 
Sevdim seni her şeyinle ey Eskişehir 
Gül gül tüten akşamlar ne şahaneydi 
Ufkunda duman dağları koynunda nehir" diye devam eden uzunca bir şiirle duygularını dile getirmiş. 

Yine bir seferinde trenle geçerken, tren penceresinden hasretle bakar Eskişehir'e.  
O hasret şiir olup yine gönül tellerini konuşturur.  
Eee.. Ne de olsa "Bayrak Şairi"dir.  
Eskişehir'in de kendisini özlediğini ve davet ettiğini ummak ister: 
"Gündüz durgun gece esmer gibidir 
Özler beni... tıpkı doğduğum yer gibidir 
Geçsem ne zaman-kucak açıp-Eskişehir 
Bana "Kal Kal!"der gibidir" 

KARABAĞ'A  MEKTUP  
 Şubat 1992... 
Sincan'da kaymakamım.   
O sıra televizyon Karabağ'daki faciaları, Hocalı'da yapılan katliamları gösteriyor. 
Bense kendine dargın su kuşu gibi bu ürkütücü gerçeğe boş gözlerle çaresiz bakıyorum. 
Bu arada esmer, zayıfça biri yorgun ve bezgin içeri girdi. Teklifsiz tekellüfsüz gelip karşıma oturdu. İçten içe bir "Offf..." çekti.    Cebinden bir sigara yakıp dumanını derin derin çekmeye başladı. 
Bu durumlara alışıktım. Kimbilir hangi dertlerin girdabında boğulmakta olan bir vatandaş, diye düşündüm. 
-Buyur kardeşim bir derdin mi var? 
Kan çanağını andıran siyah gözleriyle zehir yeşili baktı baktı. Dilsiz bir suskunlukla cebinden çıkardığı bir kağıt parçasını önüme fırlattı. 
"Galiba dilekçesi bu..." diye düzelterek baktım. Okuduğum her mısra  mısra  değil damla damla ateşti sanki. 
"Bahtına ağlayan Azeri kızı 
Sen Karabağ dersin, ben karayazı 
Boşlukta çırpınır Türk'ün avazı 
Sanma ki dertlerin azı bizdedir 
Sendeki yaranın özü bizdedir 
 
'Gel gardaş' diyorsun  gelecek yol yok 
Şehitler kabrine koyacak gül yok 
Çilesiz saat yok, kavgasız yıl yok 
Kurşunlar sizdedir, sızı bizdedir 
Sizdeki yaranın özü bizdedir 
 
Türkmen'e mi, Kırgız'a mı yanmadım 
Tatara mı, Çerkeze mi yanmadım 
İmdat diyen bir söze mi yanmadım 
Uygur'un, Özbek'in gözü bizdedir 
Sizdeki yaranın özü bizdedir 
 
Müslüman Türk olmak suçumuz bizim 
Öfkeyle doludur içimiz bizim 
Bir günde ağarır saçımız bizim 
Yüz iki belanın yüzü bizdedir 
Sizdeki yaranın özü bizdedir 
 
Komünizm sağır, demokrasi kör 
Batıdan beslenir her türlü terör 
Haçlı mumyaları uyandı bak gör 
Kaç asrın silinmez izi bidedir 
Sizdeki yaranın özü bizdedir 
 
Böyle geldi böyle gitmez bu oyun 
Zalimleri iflah etmez bu oyun 
Umdukları gibi bitmez bu oyun 
Mazlumun ekmeği tuzu bizdedir 
Sizdeki yaranın özü bizdedir 
 
Müslüman'ız, Türk'üz haktan yanayız 
Adaletle süt emziren anayız 
Aşk harcıyla vücüt bulmuş binayız 
 Ati bizde saklı, mazi bizdedir 
Sevginin şefkatin özü bizdedir." 

Bu bir şiir...  
İçim bir tuhaf oldu. Uslubu tanımıştım; bu mısraları ancak o yazabilirdi. Yüzüne baktım. 
-Abdürrahim Abi, galiba sizsiniz... 
Evet anlamında başını eğdi.  
Sincanda yaşadığını duymuştum; fakat karşılaşmak fırsatı olmamıştı. 
 Kalktım, yanına vardım; ayağa kaldırıp kucakladım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. 
Ben de dolmuştum. Birlikte ağladık. 
Bir ara kulağına, 
-Abi yeter, kendini harap ediyorsun, diyecek oldum. 
-Bırak kaymakam bey, bırak! Erkekler gibi dövüşemiyoruz, bari kadınlar gibi ağlıyalım! 
Ruhu şad olsun!
Keşke bu günleri görseydi...