Geçen hafta Kahramanmaraş’ın kurtuluş günü idi.  
“Kurtuluş Günü"nü her duyduğumda ABDAL HALİL AĞA düşer aklıma.  
Yazmazsam vebal olur.  
*  
Andırın İlçesi’nde kaymakam olduğum yıllar…   
Kahramanmaraş’ın Kurtuluş Günü’ne ilk o sene katıldım.   
Coşkuyla kutlanan törenin bitiminde, Belediye Başkanı Ahmet Uncu davet etti.  
Uzun ayrılıklardan sonra kavuşmuş iki kardeş gibi sarılıp oturduk.   
Ne düşündüyse, eskilerden bir resme bakar gibi tatlı bir gülüş yayıldı yüzüne.  
-Bu Türk Milleti var ya Kaymakam Bey, dedi; bu milletin her ferdinin görünen hâlinin içinde görünmeyen hâller vardır.   
-Demek istediğini pek anlayamadım Başkanım, hayırdır?  
-1920 şubatında düşmana ilk kurşunu Sütçü İmam sıktı.  
 Ardından da Arslan Bey…  
 “Maraş Bize Mezar Olmadan Düşmana Gülzar Olmaz!” diye haykırarak silaha sarıldı.   
Sonrası ise yediden yetmişe tüm Maraşlı… Kan, gözyaşı sular seller gibi aktı.  
Yüzlerce vatan evlâdı şehit, binlercesi gazi oldu.  
Bu Kurtuluş Törenleri vesilesiyle her sene onları rahmet ve minnetle anıyoruz... Fakat bu kahramanlardan biri var ki… 
Deyip bir süre düşündü; eski hatıralar süzülen bakışlarıyla yüzüme bakarak devam etti. 

 
-İşte o aklıma geldikçe içim dolar, yüreğim daha bir iftiharla kabarır.  
“Acaba kim ola ki..?” diye soracakken fırsat vermedi. Yanık bir türkü dinlemiş gibi içlenerek devam etti.  
-Bizim buralarda abdallar vardır, bilir misin?  
-Aptal mı? demişim şaşkınlıkla.  
-Aptal değil, “Abdal” diye üstüne basa basa düzeltti. Hani bazı illerde “Çingene,” Roman” falan da diyorlar ya...   
-Haa…Anladım, dedim.  
-Bilirsin, millet olarak toyumuz, halayımız, düğünümüz, şenliğimiz çok olur. O zaman da gümbür gümbür davullar gerek. Buralarda bu işi bizim abdallar yapar.  
 İşte onlardan biri de Abdal Halil Ağa’dır.   
-Başkanım, merak ettim; ne özelliği var ki bu Abdal Halil Ağa’nın?  
-Anlatayım, diyerek devam etti.   
Fransızlar’ın Maraş’ı işgali kesinleşir.   
Yüzyıllarca askere dahi almayıp zanaatı, ticareti, toprağı, zenginliği onlara bırakarak aptalcasına kendimizi sömürtüp zengin etiğimiz; üstüne bir de “millet-i sadıka” payesi vererek göklere çıkardığımız Ermeniler çılgınca bir sevinç içindedirler.   
Kinlerinde ve ihanetlerinde hiç vakit kaybetmezler.  İşgalci Fransızları karşılamak için hummalı hazırlıklara başlarlar.  
Hele içlerinde bir Hırlakyan vardır ki, hain mi hain, zalim mi zalim, nankör mü nankördür.

 
Verilenler yetmezmiş gibi İttihatçı gafiller onu bir de milletvekili yapmıştır.  
Adam neredeyse Maraş’a hakim olmuştur.  
İşte o Hırlakyan’ın öncülüğünde  Fransızları şaşalı bir törenle karşılamak isterler.   
O zamanlar havalinin en namlı davulcusu Abdal Halil Ağa’dır.  
Hırlakyan, karşılamada davul çalması için adamlarını ona gönderir. Abdal Halil Ağa o sıra haymasında oturmuş, bir yandan davulunu onarırken bir kulağı da hanımındadır.  
-Evde zat-zahra kalmadı Ağam, diye dertlenir durur kadıncağız; bu kış kıyamette ne yer ne içeriz?   
Halil Ağa tek serveti, tek geçim kaynağı davul olan fukara bir adamdır. Savaş sebebiyle düğün dernek de olmayınca iyice darlanıp sıkıntıya düşmüşlerdir.  
Karı koca böyle dertleştiği sıra Ermeni atlılar çıkagelir. Gelenlere sırtı dönük oturmakta olan Abdal Halil Ağa hanımına sorar:  
-Kim bu gelenler?”  
-Hırlakyan’ın azapları, der hanımı.  
Atlılar haymaya iyice yaklaşırlar.  
Abdal Halil Ağa dönüp yüzlerine bakmaz. Önündeki davuluyla meşgul olmaya devam eder.  
Atlılardan biri seslenir;  
-Halil Ağa sana Hırlakyan’ın selamını ve bir de isteğini getirdik.  
-Selam Allah’ın, aldım, der Halil Ağa; isteği neymiş ola?   
Bir Ermeni atlı,  
-Hırlakyan Ağam der ki, yarın Fransız kuvvetleri Antep yönünden Maraş’a girecek. Misafirleri Şeyhadil’de karşılayacağız. Halil Ağa bütün davulcularını toplasın, öğlen Şeyhadil’de olsun, der ve sonra da ekler.

 
-Bak, sana bir kese de altın gönderdi. Al geçimlik edersin, diyerek keseyi Halil Ağa’nın önüne atar.  
Halil Ağa duruşunu bozmaz; davuluyla meşgul olmaya devam eder. Önüne düşen altın kesesini, dönüp bakmadan Ermeni atlıların suratına hiddetle fırlatır.  
 Hırlakyan’ın adamı şaşırır.

 
-Halil Ağa altını az buldun herhal, aha sana bir kese daha, deyip ikincisini atar.  
Abdal Halil Ağa daha fazla dayanamaz, öfkeyle ayağa fırlar 

 
-Defolun! diye kükreyerek o keseyi de öteki gibi suratlarına fırlatır.   
Ardından da,  
-Var git o Hırlakyan’a söyle! Aç yaşarım, ama başı dik yaşarım. Bu bir din bahsidir. Bırak iki kese altını, o Hırlakyan davulumun kasnağını altınla doldursa, bu çomak bu davula vurmaz. Ben Müslüman gardaşımın bağrına çomak vurmam. Milletimin soğanının kapçığı onun altınlarından daha kıymetlidir!   
Diyerek cebinden çıkardığı mendiliyle yaşaran gözlerini sildi. 
-Yaa Kaymakam bey, dedi; böylesine asil bir milleti dünya da kim yenebilir…Kim?