Çoğu kimsenin kafasının basmadığı konulardan biri de Hegel, Kant, Marx, Nietzche gibi felsefe dâhileri yaratmış, ekoller kurmuş Almanya gibi bir ulusun nasıl olup da zamanında Hitler faşizminin peşine takılabilmiş olduğudur. Bir ikincisi ise bunca faşist deneyim yaşayarak felaketlere tanık olmuş dünya halklarının hala otoriter rejimlerin peşinde koşabilmesini anlamaya çalışmaktır. Bırakın tarihten ders almayı, tarihin ileri doğru aktığı tezini dahi tartışmaya açan bir görünümdür bu. Tabii vardır hepsinin uzun ve derin analizleri, sosyo-ekonomik açıklamaları, kabul etmek lazım ama insanların en azından bir farkındalığı yaratamamış olmasına da içerliyor insan. Einstein bir problemi yaratan zihinle o problemin çözülemeyeceğini söylediğinde bakış açımızı değiştirmemizi işaret etmiyor muydu? “Görme Biçimleri” adlı muhteşem eserinde John Berger, “düşündüklerimiz ya da inandıklarımız, nesneleri görüşümüzü etkiler” dememiş miydi? İnsan nesne midir? Ötekileştirirsen öznelikten çıkarır nesne yaparsın. Bunu hele bir de kendi çıkarın için yapıyorsan, üstüne büyük utanç duymalısın…

Almanca da diğer diller tarafından çok beğenilen, çok anlamlı bir sözcük var: “Fremdschamen”, utanmasını bilmeyenler adına duyulan utanç anlamına geliyor ki, sanırsın kısaca insanlığın tarifi yapılıyor. “Fremd” (yabancı) ve “schämen” (utanmak) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşturulmuş. Bir başkasının yaptığı hal, tavır ve davranışlarından ötürü utanç duymak sıkça herkesin başına gelmiştir, ama tek kelimede bunu vurgulamak Almanlara nasip olmuş. Tanrı kimseye duymadığı bir utancı yaşatmasın. Utanılacak bir iş yaptığının farkında olduğun halde onu yapmayı sürdürmek insana özgü bir davranış şekli olmasa gerek. Böyle bir yaşamı sorgulamak gerekmez mi? Oysa aslolan kısık bir ateşte pişmek ve demlenmek değil mi insanlık için?..