Basına sansür olarak tanımlanan yasa teklifi ile ilgili görüşmeler TBMM’de devam ediyor.
Muhalefet partilerinin hiçbir itirazı iktidar tarafından kabul edilmediği için tasarı kısa sürede ve aynen yasalaşacak gibi görünüyor.
Konuya girmeden önce bir gelişmeyi not etmekte yarar var.
Basına sansür olarak tanımlanan yasanın daha çıkmadan uygulanmaya başlandığına tanık olduk.
Yasayla ilgili görüşmeleri izlemeye gelen Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şube Başkanının TBMM’ye girişine hiçbir gerekçe gösterilmeden yasak getirildi.
…
Yasanın yazılı, görsel, internet ya da sosyal medyada yazanlar için zaten bir süredir etkisi altında olduğumuz oto sansürü daha da arttıracak bir sonuç getireceğini tahmin etmek güç değil.
Temel bir hak olan ifade özgürlüğünün üzerindeki baskının ve yaptırımların genişletilmesi kabul edilemez.
Hukukta suç ve ceza tanımlamalarında soyut ifadelerden kaçınılır.
Bizde ise tamamen yorumlayan kişinin sübjektif değerlendirmesine bağlı bir şekilde suçlamada bulunmanın yolu açılıyor.
“Yalan haber yayma suçu” nedir?
Bu bağlamda yalan haberi yapan iktidar kanadından, iktidara yakın yayın organlarından ya da Aktroller olduğunda yine ceza söz konusu olacak mı, sorusunu sormak gerekli.
Daha önce birçok örnekte görüldü ki, aynı cümleyi iktidara yakın bir kişi kullandığında “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilirken, muhalif kesimden kişiler söylediğinde ya da yazdığında hapse atılma dahil çok çeşitli cezalarla karşılaşıldı.
…
Gazeteci halkın haber alma hakkı için görev yapar ve kamusal sorumluluk taşır.
Yapılan haberle ilgili zaman içinde farklı bilgiler ortaya çıkabilir.
Gazetecinin ‘haberi yaptıktan sonra başıma ne gelecek’ baskısı altında olması ise hiçbir demokratik ülkede söz konusu bile olamaz.
Yapılan her haber ile ilgili Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisinin sansürü olursa özgür basından söz edilemeyeceği çok açıktır.
Tarihimize dönerek anımsatalım, Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyetin ilan edildiği 24 Temmuz 1908’de, İstanbul’da çıkan gazeteler ‘Sansür memurlarını içeri sokmama ve gazetelerini sansüre yollamadan basma’ kararı vermişti.
Her yıl 24 Temmuz günü bu nedenle “Basın özgürlüğü için mücadele günü” olarak kutlanıyor.
24 Temmuz 1908’in üzerinden yüzyıldan fazla süre geçti ama ne yazık ki aynı sansürcü anlayış iş başında.
Aradan geçen yılların sonunda değişen ise baskı aracının dijitalleşmesi oldu denilebilir.
Yayın organlarına tek merkezden gönderilen elektronik postalarla haber içeriği ve başlıklar dikte ediliyor.
Ne tesadüftür ki, iktidara yakın gazetelerin manşetleri aynı başlıklarla çıkıyor.
Cumhurbaşkanı’nın kabine toplantısı sonrasındaki açıklaması sırasında iktidara yakın televizyon kanallarında önceden hazırlanıp gönderildiği tahmin edilen aynı görseller yayınlanıyor.
Cumhurbaşkanı, canlı yayında kendisine yöneltilen eleştirilerle ilgili soru soran köşe yazarına ‘gereğini yapma’ talimatı veriyor.
…
Yaklaşan seçime doğru muhalefetin sesini kısmayı, sosyal medyayı baskı altına almayı amaçlayan yasanın maddeleri Meclisteki tartışmalar ve bazı basın örgütlerinin çabaları dışında ‘kitlesel tepki olmadan’ geçiyor.
Oysaki tüm toplumu ilgilendiren ve sonuçları çok ağır olabilecek düzenlemelerle karşı karşıyayız.
Gazeteciler özgürlüğünü yitirirken,
Toplumumuz haber alma hakkını,
Ülkemiz de demokrasisini kaybediyor.