Darwin 1859 yılında “Türlerin Kökeni Üzerine” isimli kitabını yayınladığında henüz radyoaktivite kavramı ile tanışılmamıştı. Bunun önemi dünyanın yaşı hakkında bir fikir birliğinin oluşmamış olmasıydı. Ne zamanki 1896 yılında radyoaktivite keşfedildi, dünyanın ne kadar yaşlı olduğu açıklığa kavuştu. Daha dünyanın yaşını bilemeden, tüm türlerin ortak bir atadan geldiğini savunabilmek çok çetin bir mücadeleyi gerektirir. İnsanevladı kozmosu, gezegenimizi ve kendisini anlamak için binlerce yıldır çabalıyor. Doğanın bilincine varmak ve yaşamın kökenini anlayabilmek çok da kolay olmadı. Önceleri her türlü kutsalın rehberliğinde, bu evrenin insan için yaratılmış ve kendimizi her şeyin sahibi olduğunu sanarak gezindik yer yüzünde. Daha sonra, bizlerin de evrimleşerek çeşitlenen ve çoğalan canlı türlerinden biri olduğumuz anlaşılınca geleneksel kibrimizi bir tarafa bırakmak zorunda kaldık. Beynimizin evrimi sonucu diğer canlılardan daha akıllı olmamızı bir ayrıcalık olarak görmemek gerekli ki gerçekten akıllı olduğumuzu kanıtlamış olalım. “Eğer beynimiz anlaşılabilecek kadar basit olsaydı, bu kadar zeki olamazdık” diye de bir laf var, biliyorsunuz…

Homo Sapiens kabaca bugünkü beyin hacmine ve kapasitesine iki yüz bin yıl önce kavuştu, ancak uygarlığı yaratan ilk tohumların görülmesi ancak elli bin yıl önceye rastlar. Sessiz geçen yüz elli bin yıl ve aniden oluşan parçalı alet yapımının gelişlimi, dikişli giysi, sanat, dilin gelişimi “büyük patlama” olarak anılır. İşte bu ani gelişim alın bölgesi beyin lobumuzun iç kısmında yer alan “ayna nöronların” varlığına bağlanmakta, taklit esaslı bir sosyalleşmenin ve gelişimin bu sinir hücreleri tarafından oluşturulduğu kabul edilmekte. Ayna nöronlar 1991 yılında Giacomo Rizzolatti ve arkadaşları tarafından Parma’da keşfedildi. Ayna nöronlar, temel olarak karşımızdakinin duygularını anlamaya, düşüncelerini ve davranışlarını kestirebilmeye, insanların kompleks davranışlarını taklit edebilmeye ve yorumlamaya yarayan özel nöronlardır. Hayatta kalmak istiyorsak, başkalarının eylemlerini anlamalıyız. Ayrıca günlük hayatta sıklıkla kullandığımız “empati” kavramının nörobiyolojik tanımıdır. Bir hareketi başka biri yaparken onu izlediğimizde de ayna nöronlar uyarılıyor. Örneğin, karşımızda acı çeken bir çocuk gördüğümüzde ayna nöronlar devreye girer ve sanki biz acı çekiyormuşuz gibi hissederiz ve hüzünleniriz. Ayna nöronlar hakkında "bilim dünyası için DNA'nın keşfinden daha önemli bir aşamadır" denmiştir. Ancak günümüzde insan davranışlarına baktığımızda, insanlığın beynini aynı şekilde geliştiremediği gibi, beynin bazı parçalarını da aynı şekilde devreye sokamadığını görüyoruz. Yoksa bunca acı, bunca üzüntü ve keder yer yüzüne niye hakim olsun?..