“Bina öldürmez Allah öldürür” lafı zaten akılla bağdaşır yanı olmayan, başlı başına korkunç bir cümle ama bunu söyleyenin bir fizik profesörü olması daha da korkunç. Ülkedeki eğitim seviyesinin ne kadar çukurda olduğunun en çarpıcı göstergesi. Bu ülkenin en büyük sorununun “aydınlanma” olduğunu bilen ve her fırsatta yazıp söyleyen biri olarak deprem sonrası edilen sözler ve uygulamalar beni yine şaşırtmadı. Aydınlanmanın tarihini iyi öğrenmek ve anlamak konu hakkında daha sağlıklı düşünebilmemizi sağlayabilir. Öncelikle Anadolu’ya Miletos’a bir selam çakmamız gerekiyor, ne de olsa hakikati gökyüzünden yer yüzüne indiren, “mitos’tan logos’a” geçişi sağlayan batı aydınlanmasının ilk tohumları bu topraklarda atılmış. Ama aydınlanma sadece bir Batı olayı değildir, aslında Avrupa’da oluşan aydınlanma felsefesinin dayanağının üç ayağından biri 9. ve 12. yüzyıllara dayanan, “Abbasi Rönesansı” olarak da bilinen “Arap Felsefesi” olduğu kabul ediliyor. Bir diğeri özellikle de Almanya’da kendisini gösteren Çin Felsefesi, üçüncüsü ise belki doğrudan yazılı kaynak olarak değil ama, Avrupa’nın aydınlanmacı çizgiye gelmesine neden olan olaylardan biri olarak, coğrafi keşifler nedeniyle kendi toprakları dışına çıkıp Amerika yerlileri ile karşılaşmış olmalarıdır. Çünkü onlarla karşılaşıncaya dek kendilerini hep ezelden beri oldukları gibi aynı sanıyorlardı, ancak Amerika yerlileri, onlara kendilerinin de zaman içinde çıplak olduklarını anımsattı. Onlara geçmişlerini hatırlattı ve kendilerinin de tarih içinde oluştuklarını öğretti. Yani aydınlanma projesi bir Batı girişimi değil insanlık mirasıdır…
Her şeyin başı aydınlanma, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletini kurma, çağın gerektirdiği yaşamı sürme, adil gelir dağılımını sağlama ve hatta başına gelen doğa felaketleri ile baş edebilme yeteneği ne kadar aydınlanmaya maruz kaldığınla doğrudan ilişkilidir. Çünkü aydınlanmış bir toplum kadere teslim olmaz, aklı ve bilimi rehber alarak hareket eder. “Yeniden doğuş” anlamına gelen “Rönesans” sözcüğü ile yukarıda sözünü ettiğimiz Anadolu’daki ilk aydınlanmaya atıf yapan, Fransız devrimi ile de vücut bulan “Batı Aydınlanması”, kısaca “Ortaçağ’daki kilise baskısına ve din dogmatizmine bir başkaldırı hareketi” olarak tanımlanabilir. Aynısını yüz yıl evvel Cumhuriyeti kurarak Mustafa Kemal yine bu topraklarda yapmıştı. Din tarım imparatorluğu kalıntısından çağdaş bir Cumhuriyet yaratmış, yapılan devrimlerle halkı padişaha kulluktan ülke yurttaşlığına terfi ettirmişti. Cumhuriyet aydınlanması, emperyalizmin iş birlikçisi toprak ağaları ve din bezirganları tarafından engellenmeseydi, bugün nal topladığımız bu ülkeyi kimse tutamaz, yaşadığımız bunca acıyı ise kesinlikle aynı büyüklükte yaşamazdık…