Bir enfeksiyona karşı bağışıklık sağlamak için hazırlanmış, vücuda çeşitli yollarla verilen biyolojik ürünlere “aşı” deniyor. Aşı, insanları hastalıklardan ve hastalıkların neden olduğu sonuçlardan koruyabilmek için sağlam veya risk altındaki kişilere uygulanıyor. Sonuçta vücut, söz konusu enfeksiyona karşı bağışıklık kazanıyor. Tarih boyunca çiçek, veba, kolera, difteri, kızıl gibi milyonlarca insanın hayatını kaybettiği salgın hastalıklar, aşılar sayesinde tarihten silinmiş ya da kontrol altına alınmıştır… Kadın erkek eşitliğinden laikliğe, kıyafet devrimlerinden okuma yazma seferberliğine kadar bilime dayalı Cumhuriyet devrimleri de aynen aşılar gibi, devletin kuruluş aşamasında yer altına inen zararlılarının çağdaş insanlık değerlerini yok etme heveslerine karşı toplumsal yaşamın sağlıklı yürümesi işlevini üstlenmişlerdir. Bu aşılama kampanyası kuruluş yıllarında devrim gereği bazı zorlama ve dayatmaları içermiştir. İnsanlığa, bilime ve çağdaş değerlere inanmak, geleceği kurgulamak amacıyla bazen kulağa hoş gelmeyen bu tür davranışları gerektirmesi olağandır. Bugün yaşadıklarımız ise Cumhuriyet devrimlerinin aşılama kampanyasının sonraki kuşaklar tarafından başarıyla yürütülemediğini, toplumun özünü kemiren karşı devrim enfeksiyonuna karşı koyamadığımızı ve devletin kurucu kadrolarına layık evlatlar olamadığımızı gösterir… 
İnsana bahşedilen ya da sadece sahip olma ayrıcalığı ona kısmet olan “neokorteks” bir ödül mü yoksa ceza mı, gerçekten tartışabilir bir derin konu olarak gözüküyor. Ebleh olarak yaşamak insanın konfor alanını artırır mı acaba? Bilmediğini öğrenmenin yolu bildiklerini sorgulamaktan geçiyor. Mesela yaşamak, hayatta kalmak, var olmak eş anlamlı sözcükler değiller. Var olmak biraz kısmet işi ancak bulunduğun toplumda yaşamak yerine hayatta kalmaya çabalıyorsan yazık etmişsin o hayata demektir. Hayat yaptığımız tercihlerin bir sonucudur diyenler haklı mı? Herkesin yaşadığı hayat o güne dek yaptığı tercihlerin sonucu mu? Başkalarının tercihleri senin yaşamımı etkiliyor olamaz mı? Eğer öyleyse özgür iraden yok demektir, yaptığın seçimin de bir önemi yoktur. Önceden belirlenmiş deterministik bir ortamda yaşamayı kabullenmek zor olsa gerek. Bilim insanları yaşayarak öğrenmezler, olacakları önceden görürlermiş. Görüp de değiştirememek de ayrı bir zorluğu, kabullenişi mi getiriyor acaba? İlk komplo teorisi “Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmaları hikayesidir” diyenler yoksa haklı mı? Bir aşıdan nerelere geldik, en iyisi biz; “üzülsen de yaşa en azından yanına kar kalıyor, yaşamamak daha acı” diyelim ve bu sohbeti burada keslim. İş gittikçe sarpa sarıyor…