Sevgili okur; Sakarya Gazetesi'nde ve internet sitesinde alışkanlıkla yazı başlığımı arayanlar bulamamış “acaba” soruları dolaşmış olmalı zihinlerinizde. Muhtemelen yerel internet sitelerinde yer alan duyurularda nedeni anlamış olmalısınız. Bu kez bu yazı vesilesiyle ben de tekrarlamış olayım;
-Ailemizin değerli varlığı kardeşim Metin’i kaybetmiş olmamdır…
Biraz kendimi toparlar gibi olduğum bu günde Metin için bir yazı yazmayı, onu anmayı, anıları tazelemeyi düşünmüştüm. Gördüm ki acısı hâlâ çok taze, duygularım hâlâ ayakta. Onlar beni etkileyebilir, tarzım dışında bir yazı çıkabilir; her ne kadar okurumun anlayışına güvensem de vazgeçtim bugün için…
-Bir parça gündeme, günümüzde geçmişte kalmış bir tarihi güne döneyim istedim…

27 Mayıs ve iki darbe daha.

Evet, dün Cumhuriyet tarihimizin ilk askeri darbesinin gerçekleştirildiği olayın 60. yıldönümüydü. Yaşadığımız, aynen bugünlerde olduğu gibi epey bir sivil darbe görmüş olsak da, TSK’nın gerçekleştirdiği ilk darbeydi. 27 Mayıs 1960. Diğer ikisi;
-12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilenlerdi!
İkincisi, yani 12 Mart 1971’in farkı, zamanın ordu yönetim kademesinin hükümete verdiği “muhtıra” sonucu, Demirel Hükümeti’nin istifa etmek zorunda kalışı, buna karşın TBMM’ye dokunulmayışıydı. Bir süre muhtıracıların atadığı Nihat Erim Başkanlığında ve o generallerin güdümündeki hükümet memleketi yönetti. Ta ki 1973 seçimlerine kadar!
“Ne yaptı o güdümlü hükümet derseniz…
Önce 27 Mayıs yönetiminin “kurucu Meclis” tarafından yapılan devrimci Anayasayı tahrip etti!.. Çünkü;
-Toplum, böyle bir Anayasaya layık değildi.
Merhum Süleyman Demirel’in tanımıyla “topluma bol geliyordu” 61 Anayasası!..
Ve tabii, 12 Mart’ta kendilerine “dokunulmamış oluşunun” diyetini ödeyen milletvekillerinin çoğunluk oylarıyla;
-Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamla katledilişlerini…
***
12 Eylül 1980 darbesinin sonuçları!.. Bu faşist darbe, demokrasinin “son kırıntılarını” da silip süpürmekle kalmadı, yaptığı anayasa ile bugün sıkıntılarını çekmekte olduğumuz “yeni Türkiye ideolojisinin” temellerini de hazırladı.

27 Mayıs nedir, ne değildir!..

27 Mayıs 1960’ın sabahına, bir davudi sesin anonsuyla uyandı:
“Sevgili vatandaşlar, bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. (…) Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak amacıyla girişmiş bulunmaktadır. Bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir.”
O davudi sesin sahibi, ihtilalin güçlü albaylarından biri Alpaslan Türkeş’ten başkası değildi. Okuduğu bildiri şu “rica” ile bitiyordu:
“Kabineye (Hükümet üyeleri) mensup şahsiyetlerin Türk Silahlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ederiz.”
***
Partilerin içine düştüğü “uzlaşmaz tutum” son birkaç yıl öncesine dayanan kimi saldırılar, giderek bozulan ekonomik durum ve nihayet 15 Demokrat Partili milletvekilinden oluşturulan ünlü “Tahkikat Komisyonu” ile sınırlıydı.
Öyle bir komisyondu ki, siyasileri, basını, kimi öğretim üyelerini “soruşturan ve karar veren” olağanüstü mahkeme gibi yetkilerle donatılmıştı. Açıkçası bir anlamda;
-Bugünlerde yaşanan “sivil darbe” örneği bir şey!
Kurulan Milli Birlik Komitesi’nin ilk icraatlarından biri, kurucu meclis oluşturarak, o yılların “en iyi Anayasası”nı yapmak ve halkoyuna sunmak olacaktır.
-Hemen sonrasında seçimler…
Ancak dönemin en büyük hatası, kabine üyeleri ve milletvekillerini Yassıada’ya toplamak ve yargılamaktı.
-Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve ilimiz milletvekili Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı idama mahkûm edip, uygulamak…
***
Kim ne derse desin, 27 Mayıs yaptığı anayasa ile bir demokratik devrimdir.
-Onunla yeniden hayat bulan demokrasimizin kıymetini bilemedik, o başka!..

Darbenin başına sonradan getirilen Cemal Gürsel paşa ve anonsçusu Albay Alpaslan Türkeş.