Atatürk’ü sevmemenin çeşitli nedenleri olabilir. Bu nedenler Atatürk’ten çok, onu sevmeyen kişiyi açıklar. Atatürk’e hayran olmamak ise yalnızca cehaletle açıklanabilir.
Seviniz sevmeyiniz, Mustafa Kemal’in 58 yıllık bir ömre sığdırdıklarına hayran olmamak mümkün değildir. Okulda, cephede, siyasette, diplomasi de başardıklarını sıralamaya sayfalar sığmaz. Bunlardan bazıları sizin meşrebinize ters düşebilir, ama bunlar ona hayran olmanıza engel olmaz.
Ben Atatürk’le ilgili yazılarıma hep “uzaklaştıkça büyüyen adam” değerlendirilmesiyle başlamışımdır.
1989’da çıkan Ağrı’ya Dönüş adlı anı kitabımda anlatmıştım: Zirveye doğru gittiğimizde ona bir türlü yaklaşamıyor, ayrıldığımızda ise uzaklaştıkça daha da büyüdüğünü gözlemliyorduk.
GENÇ ZİRVE
Mustafa Kemal emperyalizmin ayakları altına düşmüş bir coğrafyada jeolojik bir patlama ile apansız çıkmış genç bir zirve gibiydi. Zamanından o kadar ilerdeydi ki, anlaşılabilmesi ve tepki görmemesi mümkün değildi. Atatürk’ü bugün bile sevmeyenlerin üzerinde o şokun çamurları vardır.
Daha sonraları bazıları onun yolunu izlemeye çalıştılar, ama hep çok geç ve az kaldılar.
Şimdilerde Suudi Prensi Salman’ın reformlarında Atatürk’ten esinlendiği söyleniyor. Heyhat! Örneğin kadın hakları konusuna Atatürk’ten 100 yıl geriye düşmüşler.
Geçenlerde rastladığım Suudi turistlerle sohbet ettim. Ülkelerinde hala ezan okununca sokaktakilerin polis tarafından sopayla iteklenip iteklenmediğini sordum.
Başkentleri Riyad’ta bizim de başımıza gelmişti. Müslümanlar mecburen camiye ötekiler ise mağazalara kaçıyorlardı.
Güldüler. Artık öyle şeyler olmuyormuş!
Çünkü devran değişmiş!
TELGRAFHANEDE PİŞEN DEVRİM
Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında aynı zamanda bir iletişim dahisi olduğunu kanıtlamıştı.
Amasya, Erzurum ve Sivas’tan ve daha sonra Ankara’dan gönderdiği telgraflarla halkın işgale karşı çıkışını adım adım örgütlemişti:
Anında dikte ettirdiği telgraflar, değişen askeri duruma göre yenilenen emirler, maniple başında sigara üstüne sigara içerek sabahlamalar…
Gün boyu engellemelerle boğuşan telgraf memurları en iyi ahbaplarıydı.
Yeni savaş düzeninde hızlı ve doğru “muhaberatın” ne kadar önemli olduğunu ilk anlayan ve uygulayan askerlerden biriydi. Kendisi, çok iyi bir yazar ve hatip olduğu kadar, Mors aletinin başında çok iyi bir “içerik üreticisi” idi.
Günümüzün çok aranan “komple iletişimci”leri de bu hamurdan çıkmıyor mu?
İletişim kuramı konulu yazılarımda sık sık vurgularım: Telgrafın bulunması iletişim tarihinin en önemli sıçramalarından biridir. Önce “yazı”, iletinin dondurulup saklanmasını ve uzaklara nakledilmesini sağladı; sonra matbaa onun çoğaltılmasını kolaylaştırdı, ucuzlattı; sonra telgraf, iletişim hızını ulaştırma hızından koparıp ışık hızına yükseltti.
Bunların üçü de etkileri derinlere inen büyük devrimlerdi. Bugün de dijital teknolojilerle yeni bir devrim yaşamaktayız
Bundan bir asır önce köhne bir telgrafhanede, sık sık duran tıkırtılı makineden çıkan şeritlere merakla bakan genç lider günümüzün “ansal” iletişim ortamına da kolayca uyum gösterebilirdi.
TELGRAFLA GELEN CUMHURİYET
“Zamanının çok ilerisinde olmak” derken bu türden yetenekleri kastediyoruz.
Telgraf icat olmasaydı üzerinde güneş batmayan İngiliz emperyalizmi olmazdı, bunu biliyoruz. Emperyal merkezler ile çevre arasında hızlı iletişim zorunluydu.
Telgraf sayesinde emperyalizm küresel aşamaya sıçradı. Dijitalleşmeyle bunu pekiştirdi.
Telgraf olmasa, hızlı ve “doğru haber” anında dört bir yana akmasa, anti-emperyalist Kurtuluş Savaşı kazanılamaz, Cumhuriyet de olmazdı!
Evet, teknolojinin kimin tarafından hangi amaçla kullandığı çok önemlidir!