Bilinç deyince aklımıza insan geliyor, sanki başka hiçbir canlıda bilinç yoktur gibi bir yanılgıya düşüyoruz. Oysa bilim insanlarına göre bilinç ilk olarak yaklaşık 530 milyon yıl önce daha insanın esamisi okunmadan ortaya çıktı ve beraberinde getirdiği davranışsal karmaşıklık, zincirleme bir etki yarattı. Bu durum canlı türleri arasındaki çekişmeyi daha da kızıştırarak, dünyadaki canlı çeşitliliğinde ani bir artışla kendini belli eden “Kambriyen patlamasını” tetikledi. Örneğin, yırtıcı hayvanlar böylelikle avlarını daha iyi sezebilme yeteneğini edinmiş, bu da yırtıcı hayvanlara yem olabilecek canlıların kendilerini korumak için başka yöntemler bulmalarına ve avcıların da çok daha ustalıklı taktikler geliştirmek zorunda kalmalarına yol açmış olabilir. Sadece hayvanların davranışsal gelişimlerini değil, bilincin doğada görebildiğimiz güzelliklerin büyük bir bölümünün sorumlusu olabileceğine de dikkat çekiliyor. Örneğin, bilinç farklı canlı türlerinde kamuflajın evrilmesine, bitkilerin polen yayan böcekleri kendilerine çekmek için daha canlı renkli çiçekler açmalarına da olanak tanıdı. Bilim insanları; “Bilinç dünyamızı tümden değiştirdi. Bilinç olmasaydı dünyamız farklı ve kesinlikle çok daha sıkıcı bir yer olurdu” diyor. (*) Yani bilincin oluşumuyla doğada bir çeşitliliğe ve canlılığın artımına yol açtığı gerçeği ile karşı karşıyayız…
Yaşadığımız gezegene misafir olmuş bilinen birçok diğer insan türleri var, ama bunlardan bugün sadece bir Homo Sapiens türü olan bizler hayattayız. Tüm diğer insan türlerinin de bilinçleri vardı ve hatta Neandertal insanı soğukla baş edebilmeyi bizlerden daha iyi biliyorlardı. Onlardan ve diğerlerinden niye tek örnek dahi günümüzde yoklar? Çünkü Homo Sapiensler, diğer tüm insanlardan daha büyük gruplar halinde yaşamakla kalmayıp aynı zamanda kendi gruplarının dışındaki gruplarla da ittifaklar kuruyordu. Araştırmacılar, bu sosyal yeteneklerin, gezegenin dört bir yanına dağılabilmemizi sağlayan yegâne özellik olabileceğini düşünüyor. Böylece iklimsel ve çevresel değişkenlikler karşısında kendimizi daha güçlü hale getirdiğimizi var sayıyor. İletişim kurma becerimiz ve ilişki ağımızı genişletmenin, bizi daha esnek hale getirerek birçok farklı ortamda gelişmemizi sağladığı söylenebilir. Diğerlerinin tecrit edilmiş yaşam tarzları, büyük ihtimalle kendilerine pahalıya mal olmuştu. Bilgi aktarımı, yardımlaşma ve dayanışma hayatta kalmanın ve onu sürdürmenin başlıca yöntemi olarak gözüküyor…
Daha 21. yüzyılın başlarındayız ancak gerek bilincimizi gerekse bizi hayatta tutan birlikte hareket etme ve iletişim kurma yeteneğimizi yitirmek üzereyiz. Bunun yerine geçmişi inkar edip, kişisel çıkarlarımız için ayrıştırıcı ve ötekileştirici, yıkıcı ve yok edici taraflarımızı bileylemekle meşgulüz. Bir yerde yanlış yapıyoruz ki Homo Sapiens’in de sonu yine kendi elinden olacak gibi duruyor…
(*) HBT Dergi, sayı 293