Yatılı okullarda okuyanlar bilir, herkesin bir takma adı vardır, kimisi tutar ömür boyu sürer, kimisi tutmaz unutulur gider. Bizim de Galatasaray Lisesinde “Ayı” lakaplı pek sevecen bir arkadaşımız vardı. Biz 11 yaşında ortaokula başladığımızda o bizden bir yaş büyüktü, üstelik bizim boyumuz Ayı’nın omzuna geliyordu, lakap doğaçlama çıktı ortaya yani. Gerçi Ayı’nın boyu hep aynı kaldı, şimdi onun boyu bizim omzumuza geliyor ama lakap hak edilmiş olduğundan hala baki. Nereden aklına geldi 60 yıl önceki mevzuat derseniz; aşağıda yazdığım, bir zamanların en çok gülümseten köşe yazılarını yazan rahmetli Selahattin Duman’dan alıntıladığı fıkrayı sözünü ettiğim naif arkadaşım yollamış, bende ondan aşırdım…
[Adam hayat çubuğunu doksanlı yaşlarına çevirmiş, huzur evinde gün sayıyor…  Hayat takometresi son çizgilere gelmiş ama gözü huzurevindeki dullarda. Elinden bir şey gelmese de gözü ile hiçbirini rahat bırakmıyor.  O gün de doğum günü değil mi? Dışarıdan bir pasta getirmiş. Kadınları başına toplayıp, ilişki çiçeği koparmayı planlıyor. Pasta kesiliyor, limonatalar içiliyor. Kadınlar kaç yaşında olduğunu soruyorlar. Adam katiyen söylemiyor. İnce hesabı belli. Kendisini olduğundan genç gösterme gayreti içinde… Kadınlardan biri "Ben senin yaşını bilebilirim" diyor… Adam bunu nasıl yapacağını sorunca "Kolay!" diyor. "Bilemezsem bu gece odana misafir gelirim." Ardından adama pantolonunu indirmesini söylüyor. Adam umutla dolmuş, itiraz aklından bile geçmemekte. Pantolonunu indiriyor. Kadın "Yetmez" diyor. "Donunu da indir." diye buyuruyor. Geceyi düşünen adam yüzündeki ar perdesini çoktan kaldırmış. Diğer kadınların "Aaa! Ooo!" şeklindeki çığlıkları arasında donunu da indiriyor. İddiacı kadın adamınkine şöyle bir baktıktan sonra yaşını tahmin ediyor: "Seksen yedi..." Umutları yok olan kart zampara hayretle "Nasıl bildin?" diye sorunca, kadın cevabı oturtuyor: "Dün söylemiştin!"]
Bizim nesil ve bizden birkaç yaş büyükler aşağı yukarı bu durumda, isimleri ve yakın geçmişi akılda tutmakta artık zorlanıyoruz. Ancak eski öğrendiklerimiz mıh gibi kazınmış hafızalarımıza. Mustafa Kemal adının bu ülke için nasıl bir değer taşıdığını, Cumhuriyet devrimleri kazanımlarının ne anlama geldiğini bizler hiç unutmadık. Tek adama, dogmalara, hurafelere değil, adalete, demokrasiye ve bilime inandık. Büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi içimize sindirerek öğrendik. Öğretmenlerimizi hala kutsallık atfederek anarız. Şimdi durum nasıl dersiniz? Gazeteci ve milletvekillerinin hapislerde, katillerin serbestçe dışarıda gezindiği bir düzende, neoliberalizmin ve dinci-gerici rejimin acımasız kıskacında, tüm yaşama dair değerlerden yoksun bir gelecek kuşak yetişiyor. Şimdiki gençliği bizim yaşlara geldiklerinde düşünemiyorum bile, kim bilir ne hale gelecekler. Çünkü eski bildikleri de hiçbir işe yaramayacak… Yazık!..