-Eskişehir'de artık belli kişilerin vesayeti bitti. Bizi bundan sonra ufak tefek şeylerle kavga ettiremezler.

***

-Örgüt tabanı artık bu işe el koymuş ve CHP'de kavga dönemini bitirmiştir.

***

-Bundan böyle herkes işine bakacak. Geçmiş dönemde olanları tartışırsak boşuna tartışmış oluruz. Onlar oldu, yaşandı ve bitti. Biz artık önümüze bakıyoruz. İktidara yürüyoruz.

***

-Geçmiş dönemde Eskişehir'in patronu vardı. Vardı, ne yapalım? Artık patron yok. Artık CHP'de örgüt var...

***

Yukarıdaki sözler Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt'a ait.
Sözleri arasında yer alan “Eskişehir'de artık belli kişilerin vesayeti bitti” ve “Geçmiş dönemlerde Eskişehir'in patronu vardı” ifadeleriyle işaret ettiği isim ise herkesin kolayca anlayabileceği üzere Yılmaz Büyükerşen.

***

Kazım Kurt kısaca, geçmişte CHP içinde yaşanan kavgaların, partinin Eskişehir'deki patron vesayetinden kaynaklandığını söylüyor.
Partide artık birilerinin vesayeti ve patronluğunun olmayacağını, artık örgütün inisiyatif aldığını, dolayısıyla kavganın da yaşanmayacağını söyleyerek bir anlamda “Büyükerşen gitti, kavga bitti” diyor...

***

Kazım Kurt'un söylediklerinde ve yaptığı tespitlerde doğruluk payı yüksek.
Gerçekten de CHP üzerinde Büyükerşen'in vesayeti ve patronluğu vardı.
Bu durum hem örgütü törpüledi hem de zaman zaman kavgaların yaşanmasına neden oldu.

***

Ancak şöyle de bir gerçek var ki:
Kazım Kurt'un bugün Odunpazarı Belediye Başkanı olarak, bu doğruluk payı bir hayli yüksek olan sözleri söyleyip bugün Eskişehir'de partinin etkili bir ismi olarak doğru tespitlerde bulunuyor olmasının yolunu açan da aslında o işaret ettiği vesayet ve patronun ta kendisi...

***

Yani...
Geçmiş dönemlerdeki o vesayet ve patron, aday tercihini kendisinden yana kullanmamış olsaydı, Kazım Kurt belki de yukarıda yer alan ve doğruluğu tartışılmaz söylem ve tespitleri bugün belediye başkanı olarak değil, sade bir partili olarak yapıyor olacaktı...

***

Sonuç olarak...
Kurt'un da dediği gibi CHP'de Büyükerşen'in vesayeti de patronluğu da bitmiş görünüyor...
Bu durum partide başka vesayetlerin ya da patronların çıkmasına mı yol açacak, yoksa örgütün etkin hale geldiği ve kavgaların sonlandığı bir ortam mı doğacak?
Bu sorunun cevabını da galiba önümüzdeki süreç verecek...

EKİPLE GELEN, EKİPLE GİDEN BAŞARI...

Siyasette başarı, sağlam ve düzgün bir ekiple birlikte gelir.
Diğer taraftan…
Siyasette başarısızlığın gerekçesi olarak da çoğunlukla “ekip” gösterilir…
“Doğru dürüst bir ekibi yoktu” ya da “Ekibine hâkim olamadı” falan denir her başarısızlıkta…
Kısacası…
Başarıya giden ya da başarısızlıkla sonuçlanan yolda, ekibin ve ekip çalışmasının çok ama çok büyük önemi vardır…

***

İyi bir ekibin tek amacı, lideri hedefe taşımaktır.
Bu amaç doğrultusunda asla yapmaması gereken tek şey, kendisini liderin yerine koymamak, liderinden habersiz lideri adına inisiyatif kullanmamak, lideri yanlış yönlendirmek ve liderini zor durumda bırakacak kararları kendi kafasına göre almamaktır.

***

Ne yazık ki, liderini bir hedefe taşıma yolunda oluşan ekiplerin süreç içinde yakalandığı en büyük hastalık, bu sözünü ettiğimiz “lideri yanlış yönlendirme ve lider adına inisiyatif kullanmaya başlama” hastalığıdır…

***

Çevrenize şöyle bir baktığınızda çoğu yöneticinin gerek kamuoyunda gerekse ait olduğu topluluk içinde en fazla eleştirildiği hususların başında “kraldan çok kralcı” tabiriyle birlikte anılan ekipleri gelir…
Bu eleştirilerin çoğu, somut örnekleriyle sabit olan haklı eleştirilerdir.
Sonuç olarak…
Yöneten kişiyi vezir yapan da, rezil yapan da en yakınında bulunanlar, yani ekipleridir…
Ekibindeki kişilerin görev ve sorumluluk alanlarını bir çerçeve içine alarak sınırlayabilen, hareket ve inisiyatif kullanma kabiliyetlerini kontrol altında tutabilen yönetici her zaman kazanır…
Kendisine tanınan yetki ve sorumlulukları, ekibindeki insanların sınırsızca kullanmasına göz yuman yönetici ise her zaman kaybetmeye yakındır…
Zira…
Kendi düşüncesi olmayan yanlış kararların kamuoyu karşısında sorumluluğunu üstlenecek ortadaki tek kişidir…

***

Netice itibarıyla yönetenler açısından “Başarı ekiple gelir, ekiple gider” gibi bir durum var ortada…
Var olan bu durumun ortaya koyduğu tek gerçek de, yönetenin ekibine sahip olup olamadığında gizli olsa gerek…

SİYASET Mİ YAPACAK YOKSA?

Hasan Murat Mercan, geçtiğimiz haftalar içinde Kamu Kurumları Etik Kurulu üyeliğine büyükelçi kontenjanından atanmıştı.

***

Gazeteci arkadaşımız Ayşe Kaytan Uçak'ın haberine göre Murat Mercan, atandığı görevin kamu görevi olması ve parti üyeliğinden istifa etmek durumunda olduğu için parti üyesi olarak kalmayı tercih etmiş ve kurul üyeliğinden affını istemiş.

***

Partinin kurucularından biri olduğu için partiden istifa etmeyi uygun bulmayan Mercan, atandığı görevi kabul etmemiş...

***

Eğer Murat Mercan gerçekten bu görevi, parti üyeliğinden istifa etmemek için kabul etmediyse bunun iki nedeni olabilir.
Birincisi: Genel Başkan Yardımcılığı, Dışişleri Komisyon Başkanlığı, Bakan Yardımcılığı ve Tokyo ile Washington büyükelçilikleri görevlerinden sonra böyle çok da etkili olmayan bir görevi kendisi için uygun bulmamıştır.
İkincisi: Atandığı görevi parti üyeliğinden istifa etmemek için kabul etmediyse aktif siyaset yapmayı düşünüyordur...

***

Kim bilir?
Belki de bu kararı alırken “Yeter artık, ülkede ve dünyanın iki ucunda yapmadığımız görev kalmadı. Biraz da başkaları yapsın” demiştir.

M E R C A N