Evet, Garip’ti o masum canın adı; çok insan canlısıymış, bildik bilmedik ona sevgiyle bakan, yanından geçen herkese pati uzatır, sevgisini gösterirmiş.
Hikayesi, onun gibi sokaklarda çile dolduran pek çok canınkiyle aynı; Bir hevesle birileri tarafından alınmış, sonrasında terk edilivermiş bir eski, işe yaramaz eşya gibi.
Yaşadığı semt Batıkent’ti. Ailece bu masuma kol kanat geren, sabah akşam yemek ikmalini yapan, belediyenin ona verdiği kulübeyi, insanların sürekli şikayetleri, mızmızlanmaları üzerine oradan oraya taşıyan bu güzel insanları tanıyordum.
Garip koydukları o cana tam sekiz dokuz yıl baktılar, yaşatabilmek adına ellerini taşın altına koydular. Hep takip ettim hayranlıkla, saygıyla bu özverili korumacılıklarını.
Ama işte geçtiğimiz hafta Garip’ten bir kötü haber geldi, o artık yoktu. Cansız bedeninin fotosu da vardı sosyal medyada paylaşılan haberin eşliğinde. Ölmüş yavrum, gözleri yarı açık ,bedeni kasılmış. Yapılacak bir şey kalmamış şimdi onun adına. Çok üzülmüş ailenin genç üyesi. Telefonla aradı beni dertleşmek istiyorum diye. “Ondan kalan şimdi içimde koskocaman bir boşluk” dedi.
İyi bilirim bu büyük boşlukları, hiç dolmaz ki yerleri, öylece kalır. Her birinin kaybı kocaman delikler açar içimizde. Ve gün gelir o boşluklar bizi de içine alır, gideriz hep birlikte, kaybettiğimiz o masumların yanına.
Garip’i bir kez yakından görmüştüm; Ümit Hastanesi’nin arka cephesindeki kulübesinin yanında, bir selam, bir baş okşaması verebildim kendisine, acele yetişmem gereken hastane randevum vardı çünkü. Ama gözlerimin içine sevgiyle bakışını hiç unutmadım.
Ne diyebilirim ki, adın Garip oldu belki ama, o güzel insanlar yaşarken sana hiç gariplik hissettirmediler. Son gününe kadar sevgilerini, yemeni içmeni eksik etmediler.
Bekle bizi güzel çocuk! Diğer yitirdiklerimizle birlikte, mesela Panter’le, Rüzgar’la, Kuki’yle, Miço’yla, Çomar’la, Kont’la, Lassie’yle ve daha pek çoklarıyla. Bluşacağız elbette o mavi gökyüzünde, gökkuşağının renkli, huzur veren dalgalarının içinde.