İnsanlık tarihi kadar eski bir kavramdır nankörlük. İnsanın insana yaptığı en sessiz, en sinsi ihanetlerden biridir. Kimi zaman bir tebessümün ardına gizlenir, kimi zaman bir teşekkür eksikliğinde kendini belli eder. Fakat en çok da “unutulmuş emeklerde” büyür.

Birine iyilik yaparsınız, elinizdekini paylaşırsınız, zamanınızı, emeğinizi, hatta bazen yüreğinizi verirsiniz… Sonra bir gün gelir, o kişi sizi sanki hiç tanımıyormuş gibi davranır. İşte o anda nankörlüğün soğuk yüzüyle karşılaşırsınız.

O an anlarsınız: insan, yaptığı iyiliği karşılık beklemeden yapmalıdır; çünkü nankörlük, teşekkür bekleyen kalpleri en çok yoran duygudur.

Nankörlük sadece bireysel bir sorun değildir; bir toplumsal hastalıktır. İnsanların birbirine güvenini, toplumun dayanışma duygusunu zedeler. Birine iyilik yapanın pişman olmasına, yardım etmek isteyenin tereddüt etmesine yol açar. Ve zamanla iyiliğin yerini kuşku, dostluğun yerini mesafe alır.

Oysa insanın en yüce değeri vefadır. Unutmamak, değer bilmek, teşekkür etmeyi bilmek… Bunlar bir kalbin asaletini gösterir. Nankörlük ise bir tür kalp yoksulluğudur; görünmez ama hissedilir, konuşulmaz ama iz bırakır.

Sonuçta herkes, kendi vicdanıyla baş başa kalır.
Kimileri iyiliği sessizce yapar, unutur gider. Kimileri yapılanı unutur, vefasızlığını gerekçelendirir.
Ama şunu unutmamak gerek: Zaman, nankörleri unutturur; vefalıları ise ölümsüzleştirir.

Vefa, insana yakışandır. Nankörlük ise insanlığın en yakışmayan hâlidir.