“Retorik” ya da eski ismiyle “Belagat”, etkileyici ve ikna edici konuşma, bir açıdan da halkı kandırma sanatıdır. Hitabet kavramından türemiştir. Antik Yunan toplumu sözlü kültürün egemen olduğu bir toplum olduğundan retorik kuramının doğuşu doğrudan demokrasiyle bağlantılıdır. Siyaset-etik tartışmasının en yoğun yaşandığı yer Eski Yunan’dır. Demokrasi fikri de ilk kez burada yeşermiştir. Antik Yunanın “üç büyükler” olarak andığımız filozofları (MÖ:5-4) yüzyılda yaşamış olan Sokrates, Platon ve Aristoteles demokrasilerde yönetimlerde asla yer almamaları gereken insanların sürece dahil olabilme olanağı bulunduğundan, demokrasiyi bozuk yönetim biçimleri arasında sayarlar. Böyle bir ortamda düzen değil sadece kaos olur. Platon: “eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demagoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar”, Aristoteles ise “demokrasi cahil kitlelerin egemen olduğu bir yönetim şekline hızla dönüşebilir” demektedir. Filozoflar, retorik sanatını iyi kullanan liderlerin halkı etkileyerek kandırabileceğini, böylece Tiranlığa giden yolda ilerleyeceklerini dile getirerek kaygı duyarlar. Özgür insan ve köle ayırımının yaşandığı bir toplumda demokrasiye sıcak bakılmaması oldukça doğal bir tepki olarak algılanabilir. Orta Çağ’da ise yönetimler teokratik bir karakterde mutlak bir monarşi olarak düşünülmüştür…
Felsefe tarihinde demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu ilk kez Spinoza (1632-1677) dile getirmiştir. Spinoza’ya göre insanlar akla göre değil hayal gücüne dayanarak yaşarlar. İnsanlara size akla göre mi davranılmalı yoksa akıl dışı mı davranılmalı diye sorulunca, akla göre davranılmasını seçerler ancak kendileri akla göre değil, tutkularına, arzularına ve hayallerine göre yaşarlar. Akla dayanarak yaşamak hepimiz için iyidir. Özgür olabilmek için akıl bilgisi gerekli olup, toplumsal anlamda özgürlük ancak böyle mümkündür. Çoğunluk aklını kullanarak yaşamayı seçeceğinden bunu sağlayacak temel düzen de demokrasi fikridir. Eski filozofların demokrasiyle ilgili kaygısı nitelikseldi: çoğunluk yoksul ve eğitimsiz olduğu için doğal olarak özgürlüğü bir tür başıbozukluk olarak anlayacaklardı. Bu nedenle tek bir erdemli kralın düzenleyiciliğini gerekli görmüşlerdi (Filozof Kral). Post modern zamanlarda ise kültürel değerler olan bilim, felsefe ve sanattan beslenmeyen ülkelerde halk kolay yoldan bir şeyler elde etmenin peşine düşüyor. Sıkça kullanılan gerçek üstü(post-trurth) söylemlerle gerçekliğin içinin boşaltılarak çoğunluğun aklı çeliniyor, halk aklı üzerinden uyutuluyor. Spinoza’ya göre gerçek demokrasiler sadece akılla hareket eden değil, aynı zamanda kültürel birikime dayalı bir bakış, bir yönelim biçimi de olandır. Spinoza’nın ahlak ve bilgi temelli demokrasi anlayışı, onun “Demokratik Cumhuriyet”lerden yana olduğunu gösteriyor ve bırakın kendi zamanını (17.Yüzyıl), bizlerin bile henüz ulaşamadığı zaman dilimini işaret ediyor…