Dünyada daha fazla dinselleşerek ya da daha çok İslami ilkelere tutunarak yönetilen ve gelişme gösteren ve de biraz olsun kalkınan tek bir ülke dahi gösteremezsiniz. Ortaçağını geride bırakmış, çağını yakalamış tek bir Müslüman ülke dahi yoktur. Tek istisna Türkiye Cumhuriyeti olacaktı ancak ihanete uğradı, şimdi bedelini ödüyor. Bu ihanete göz yumanlar, olur verenler, yol açanlar yine bu ülkenin insanıdır, halkıdır. Kimilerimizin kutsallaştırdığı halk dünyanın her yerinde “halk”tır, abartmanın gereği yok. Aya dört şeritli yol yapacağız diyenlere inanlar, Ayasofya duvar ve kapılarını şifa bulmak için yiyenler, deve sidiğinden medet umanlar hep bu kalkın içinden çıkar. Anadolu tasavvufundaki güzelim yol gösterici, öğretici mürşid-mürid ilişkisi din-tarım imparatorluğunun cehalet bataklığında şeyh-mürid sapkınlığına evrilmiştir. Günümüzde ortalık tarikatlardan geçilmiyor. Tarikat başındaki şeyhlere koşulsuz, bile isteye teslim olmuş, yalnız bırakılmış insan sürüsü ne yazık ki halk olarak adlandırılmaktadır…
Ülkemiz bugünkü her yandan kuşatılmış kuraklığa ve açlığa savrulmuşsa halkının önemli bir bölümü bu çap ve kıratta olduğu içindir. Böylesi bir halkın nabzını tutup ona göre şerbet veren politikacılara da “popülist” denir. İşte halkçılık ile popülizm arasındaki fark burada yatar. Halkçı siyasetçiler toplumu eğitmek ve içindekini yurttaş yapabilmek için çağdaş okullar, popülist politikacılar ise halkı aynı kıvamda tutabilmek için İmam Hatipler açar. Biat ettiği kişiyi kutsallaştırıp, bilmem neresinin kılı olmayı yeğleyenler halk değil köledir, kuldur. Popülizm ile halkçılık arasındaki farkı öğrendiğimizde elbet bilinçli tercihi yapabilecek konuma geleceğiz. Bu durum bir mücadele gerektirir. Devrimcilik bazen halka karşı olmayı da göze alabilmektir…