Yaşadık
Elbette yaşamak şarttır diye
Umut besledik güzel günler görürüz diye
Oysa yaşamaktan daha güzeldi belki de
Ölmek!
Sıra ona geldiğinde,
Geç kaldık derin uykunun güzelliğini tatmaya
Onca acılı yaşam serüveninden sonra
Anlamadık tadına varamadık ne yaşamaktan 
Ne de ölümün o huzur veren doyumsuz mutluluğundan..
     Evet, arzumuz dışı bu dünyaya geliyoruz, hangi ülkede, hangi anne babadan doğacağımızı biz seçmiyoruz, belirlemiyoruz. Sonrasında yaşadıklarımızı önceden bilebilseydik ve olurumuz alınsaydı, onaylar mıydık hayata gelmeyi bilinmez.
     Ama doğmuşuz  işte bir kere. Yaşama gözlerimizi açtığımız coğrafyanın bize sundukları neyse, en başından ona mahkum edilmişiz, en başından, gün gelip ölüme mahkum edildiğimiz gibi..
     Nüfusumuza mensup olduğumuz din, anne baba adı, hepsi de dayatma aslında. Şanslı olanlar inişli çıkışlı da olsa yaşayıp gidiyorlar işte. Peki bu süreçte ne yapıyorlar, hayatta kalmak adına, yeme içmenin, soyunu devam ettirmek için güdüsel olana cinsellik yaşamanın dışında.
     Derler ya insan düşünen hayvandır diye. Yani düşünüyor işte cinsimiz; idealleri oluyor, beklentileri, umutları yarına dair. Çevreme bakıyorum; bir çok insan, bilebildiğim, tanıyabildiğim kadarıyla, kendince çok çetrefilli yaşamlar yaşıyor. Ama bu süreçte çabaları, uğraşları hep kendinden yana, en fazla aile bireyleri doğrultusunda.
     Takmışlar at gözlüklerini, kısır bir döngü içinde, o küçük dünyalarında, akıllarınca büyük döngüler yapıp, vakti gelince de ölüp gidiyorlar.
     Hiç ilgi alanlarına girmiyor bu döngünün dışındaki alem ve o alemin sakinleri. Mesela, hayvanları sadece tabaklarındaki “et” yemeği olarak görüyorlar, ya da işlerine yaradıkları kadar tanıyorlar; bekçi, yük taşıyıcı gibi. Hani bizlere ilkokulda canlıları tanıtırken hayvanları, etinden , sütünden, derisinden, tüyünden yararlandıklarımız şeklinde tanıtmışlardı ya. Aynen öyle tanıyorlar bu canları.
     Bu insanların değer yargıları, evlerindeki eşyalar, gezdikleri yerler, yedikleri yemekler, giydikleri giysiler, dairelerinin oda sayılarıyla sınırlı kalıyor ne yazık ki.
     Ve işin daha da kötü tarafı, duyarlı, duygu yüklü, dünyanın salt kendisine, kendi cinsine ait olmadığının bilincindeki insanlar da, bu, sayıları hiç te azımsanmayacak kadar çok olan, gelişimlerini tamamlayamamış kitlelerin içinde yaşamak zorunda kalıyor.
     Lafın özü; Arada durup soluklanıp, şöyle dönüp bir arkamıza bakmalıyız, ne için yaşıyoruz? Dünyayı terk ederken, alemde tüm canlılar adına hoş bir seda bırakabilecek miyiz? Ben bunu sıklıkla yapıyorum, böylece insan olduğumun farkına bir kez daha varıyorum. Sizlere de öneririm..