Askerliğini bitirmiş olan genç, askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı. 
-Anne, baba eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. 
-Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle oğlum, onunla tanışmak isteriz.
-Yalnız bilmeniz gereken bir şey var.
-Arkadaşım teröristlerle mücadele ederken ağır yaralandı.
-Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti.
-Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. 
-Belki onun kalabileceği başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Onun bizimle yaşamasını istiyorum.

-Oğlum, bizden ne istediğini bilmiyorsun?
-Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. 
-Bizim kendi hayatımız var.
-Onun hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz.
-Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin.
-O kendi başının çaresine bakacaktır.

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, polisten bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Morg görevlisi beyaz örtünün üst kısmını açtı. Çocuklarının yüzünü görünce anne ve baba donmuş bir şekilde oğullarına bakıyordu. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı. 

Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz; Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları severiz. Ama bizi görüntüsüyse üzecek insanlarla beraber olmayı istemeyiz. Yaşamın bize neler getireceğini bilmeden; hele de özürlü birisini devamlı misafir etmeyi hiç düşünmeyiz. Bizim kadar sağlıklı olmayan insanlardan uzak durmayı tercih ederiz. Ne de olsa insanız!