ABD’nin ünlü siyaset bilimcisi ve  Dışişleri Bakanlığı ile akademik bilgilerini uygulamaya da taşıyan  Henry Kissinger’e ünlü Alman Dergisi  Der Spiegel’in, “ Arkanızdaki kitaplıkta, doktora  tezinize konu olan  ve 19. yüzyılın başlarındaki Avrupa barış düzeninin  mimari olarak kabul edilen Prens Matternich’in biyografisi var. Birkaç on yıl süren göreli istikrar, o zamanki veya veya İkinci Dünya Savaşı dönemleri gibi, gerçekçi olarak umut edebileceğimiz en iyi şey mi?” sorusunu  yöneltiyor.

“Hayır” diyor ülü bilim ve siyaset insanı…Sonra, “ Günümüzdeki durumun bu açıdan benzersiz olduğunu düşünüyorum. Tarihe baktığımda, Birinci Dünya Savaşı’nı, onu yönetme kapasitesini aşan bir teknoloji örneği olarak tanımlardım.Ama bizim dönemimizde buna hiç şüphe yok. 80 yıldır nükleer silahlarımız var ve onları geliştirmek için trilyonlar harcandı. 1945’ten beri hiç kimse nükleer olmayan  ülkelere karşı  onları kullanmaya cesaret edemedi. Bugün, bu nükleer silahlar siber olanaklarla yapay zekayla telafi ediliyor” diye yanıtını sürdürüyor.

C.J.Polychronionu makalesinde  Francis Fukuyama’nın nükleer savaş ihtimalının “kimsenin endişelenmesi gereken bir şey olmadığını” söylediğini yineleyen ünlü gazetecilerden söz ediyor. Kissinger ve Fukuyama gibi iki ünlü siyaset bilimciyi Noam Chomsky’ şiddetin ve tehlikenin büyüklüğünü anımsatarak kıyasıya eleştiriyor.

Küresel  kamuoyunun, nükleer silahlar konusunda bir “alışkanlığın uyuşturucu etkisi” altında olduğunu değerlendirenlere katılıyorum, ama bu yazıda zihnimi meşgul eden nükleer tehlike değil… Sorunun çok değişik  bağlamı üzerinde durmak istiyorum: Nükleer  dehşet dengesinin neredeyse  80 yılı bulan görece yerel kalan savaşlar dışında  Kissinger’in  tanımladığı istikrar, kalkınma yarışında gelişmekte olan ülkelerin önüne  1000 yılın fırsatını çıkardı.Bu  fırsatın ne kadar büyük olduğunu, değerlendiremezsek, gelecek kuşakların bizi bağışlamayacağını çok söyledim, çok yazdım…  Sayısız raporla, düzinelerce sayısal veriyle tezimi kanıtlamaya çalıştım. Ülkemizin  planlı dönemlerde ortalama yüzde 9,2 büyümesini, plansız ve disiplinsiz dönemlerde  büyüme ortalamasının yüzde 5,2’nin altında kalmasından ders almayanların sorumluluklarının daha ağır olacağını anımsattım.

Düşünüyorum ki, ülkemizin büyük sorunlarındın biri  “yargılama” ile “sorgulama” kavramlarının birbirine karıştırmamızdır. Ülkemizde önemli atılımlardan birinin “2023 Hedefleri” olduğunu düşünen, söyleyen ve yazanlardan biriyim. “En büyük maliyet hedefsizliktir ilkesi” nedeniyle, hiç hedef belirlenmeyen yerde, eksikli de olsa  hedeflerle yönetimi önemli bir adım olarak görüyorum.
O nedenle “2023 Hedeflerinden sapmaları” alabildiğine sorgulamalı, nereden, niçin, hangi eksiklerimiz nedeniyle  hedef sapmaları olduğunu anlamalıyız ki, daha sonraki dönemler için belirleyeceğimiz hedefleri  “anlamlı”  hale getirebilelim.Ve de 1000 yıllık fırsatı, başkalarına göre daha iyi mi, kötü mü değerlendirdiğimizi anlayabilelim…

Sorgulama, hedefleri belirlerken hangi eksik ve yanlışlarımızın olduğunu  anlamanın, yaptığımız yanlışları ve hataları tekrarlamamanın bilinen en iyi yol ve yöntemidir…Yargılama “suçlu ama” odaklıdır; sorgulama ise   “eksiği ve yanlışı belirleyerek aynı hatayı tekrarlama amacına” yöneliktir. Birileri çıkıp çok olumlu bir adım olan hedef belirlemeyi sorgulamayı baskı altına alırsa, ülkenin geleceğine ipotek koyar ki, tarih böyle bir tutumu asla affetmeyecektir.

Önce kendimizi, sonra çevremizi, giderek ülkemizin ve insanlığın geleceğini  kıyasıya sorgulamalıyız. Kendini sorgulamak, erdemli olmanın çekirdeğidir; onu yaşama taşımasını beceremeden erdemlilik yolunda yürünemez…