Nereye mi?
Savaşların, yıkımların, kavganın, çıkarcılığın, haksızlıkların, olumsuzlukların olmadığı, insanların barış içinde yaşadığı, dayatmaların bulunmadığı, tüm canlıların var olma haklarına saygı duyulduğu bir dünyaya.
Belki ütopya ama kedilerin, köpeklerin el- bebek gül- bebek kabul gördüğü, doğa kıyımlarının yapılmadığı, yaban hayatın ellenmediği, bakirliğinin gözetildiği, duyarsız, duygusuz insanların çoğunlukta olmadığı,
Hep kaybedenlerin tarafında bulunmanın yaşam yazgısı olmadığı bir yerlere, işte böyle bir diyara kuş olup uçsam, sonra da aynı onlar gibi vakit geldiğinde sakin, gözlerden ırak bir köşede, kimselere görünmeden, dert olmadan, huzur içinde “hoşça kalın” desem..
Hep merak eder dururdum; Çevremizde onca kuş yaşıyor, gün gelip ölüyorlar ama sayıları hiç azalmıyor gibi ya da onların ölülerini hiç görmüyor gibiyiz. Neden?
Meğer benim gibi başka merak edenler de varmış. Eski bir tarihte bir gazetenin Bilim ekinde bu sorumun cevabı yanıt bulmuştu hiç unutmam. Sizlerin de ilgisini çekeceğini düşünüp aynen aktarıyorum:
“Ölü kuşların, daha doğrusu diğer tüm hayvanların ölüsünün akibeti, ölüm nedenine bağlıdır. Eğer kuş, yırtıcı bir hayvan tarafından öldürüldüyse, o hayvan tarafından anında yenildiği için geriye birkaç tüyden başka bir şey kalmaz.
Hasta hayvanlar ise çoğunlukla sakin ve sessiz bir köşe bulup saklanırlar. Dolayısıyla hastalıktan ve yaşlılıktan ölen hayvanlar erişimi güç yerlerdedir ve büyük olasılıkla karıncalar ve diğer böcekler tarafından yenirler.
Bizim, ölüsünü gördüğümüz kuşlar genellikle kaza ile ölen ve diğer hayvanlar tarafından yenilmeyenlerdir. Bu kazaların içinde en sık olanı araba çarpmasıdır. Kuşlar diğer hayvanlara göre daha atik ve hızlı olmalarına karşın, kalkış ve inişleri yavaş olan iri kanatlı kuşların, küçük cinslerine göre trafikte ölme riskleri daha fazladır.”
Ne ilginç değil mi? O naif canlılar; sağlıklarında da, dünyayı terk ettiklerinde de kimselere yük olmadan, öyle tüylerinin hafifliğince yaşayıp sonra da sessizce kaybolup gidiveriyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, bir hayvan dostu olduğunu öğrendiğim, ne yazık ki sağlığında kendisini tanıma fırsatı bulamadığım, ancak tabutunun başında son anda “güle güle” diyebildiğim bir duyarlı yüreğin cenazesindeydim. Rahmetli, kedileri çok severmiş. Ben geç geldiğim için şahit olamadım. Bir arkadaşım anlattı. Tabutu musalla taşına konulup, son yolculuğuna çıkarılacağı araca binene dek, başucunda bir tekir kedicik nerdeyse nöbet tutup, onu yalnız bırakmamış. Işıklar içinde yatsın, bu dünyada bulamadı ise yeni dünyasında huzur bulsun.
Cenaze arabası mezarlığa yollandığında camiden ayrıldım. Aklıma Orhan Veli’nin “Ömür” isimli şiirinden şu dörtlük takıldı:
“Özenle sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
Vakit gelip sandıktan çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki
Tedavülden kalkmış.”
Ömürlerinizi özenle saklamayın, hayatı dolu dolu yaşayın. Yapmak istediklerinizi sürekli ertelemeyin, sahiplenmeyi düşündüğünüz sarman kediciği, boynu bükük sokak kapısında bekletmeyin. Lapa kulaklı, kırma yavru köpek, barınak telleri ardında sizin emekliliğinizi, mazeretlerinizin bitmesini beklemesin.
Zaman kıymetli, ömür kısa; bir gün bir de bakarsınız “vakti geldi” diye sandıktan çıkarttığınız yaşamınızın geri kalan kısmı çoktan “tedavülden kalkmış.”