Öldükten sonra cennet umanı, öldürsen uyanmazmış. Hiçliğe düşmek kötü, yaşama mutlak bir anlam katmak gerekli. “Yaşamın en büyük gizemi, yaşamın hiçbir gizemi olmadığıdır” gibi şimdiye dek duyduğum en derin lafı eden Portekizli ünlü şair Fernando Pessoa “Huzursuzluğun Kitabı” adlı eserinde hiçliği şöyle tanımlıyor: “İstemeden olmuşum ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olamadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum…” Beynimizin evrimi bizi nerelere sürükledi inanılmaz bir şey. Geleceği kurgulayamasaydık bambaşka bir hayat sürecektik. O zaman insan olamayacaktık doğal olarak. Peki böylece insan mı olduk, insanca mı yaşıyoruz şimdi? İnsanca yaşamanın tanımını bulacağız elbet, henüz çok başlardayız. İnsanlığın yeryüzünde gözükmesini 5 milyon yıla indirgersek, kat ettiğimiz yol hayli uzun, şu yaşayıp anladığımız süre çok kısa. Sokrates; “senin almaya cesaret edemediğin riskleri alanlar, senin yaşamak istediğin hayatı yaşıyorlar” demiş. Aslında sözü şöyle genelleştirmek daha güzel olabilir: “Bazen risk almamak, risk almaktan daha riskli olabilir.”
Görece kısa bir yazı olacak bugünkü, oysa yazacak ne kadar da çok şey var bu ülkede. Biraz “ikilerden” gidelim. Ben neden buradayım sorusuna verilecek iki temel yanıt varmış; birincisi bilim, ikincisi felsefe ve sanat. Yaşamak için ayrı, okumak için ayrı iki ömre ihtiyacımız var demiş Goethe. İnsanı iki şey yiyip bitirirmiş; konuşmak gerekirken susmak, susmak gerekirken konuşmak zorunda kalmak. Jean Paul Sartre, “sevmek aslında bir sevilme projesidir” demiş. Her şeyin bir karşılığı var yani. Sıradanların sıra dışına tahammülsüzlükleri eşyanın doğasına çok uygundur, bilirseniz rahat edersiniz. 1450 yılından kalma el yazımı bir kitabın giriş cümlesi şöyleymiş: “Okumak insanı bin bir gözlü yapar”. Aslında bu izin yazısı olacaktı, coştuk yine uzadı, bir 15 gün kadar yokum. Kalın sağlıcakla, gelince görüşebilmek, başka dünyaları anlatabilmek umuduyla…
*2.11.2020 tarihinde yayınlanmıştır.