Önümde bir fotoğraf var bakmaya doyamıyorum. Şalvarlı, başörtülü bir köylü kadın elindeki sopaya dayanarak biraz yukarıdaki tepeden, aşağıda dere kenarında dizilmiş halka geçit vermeyen polislere bakıyor, dimdik hiç eğilmeden bükülmeden. Sanırsınız “Gorki’nin anası” romandan fırlamış buraya gelmiş. Rize İkizdere’den söz ediyorum. Halkın orası ile yakından ilgilenen Cengiz İnşaat şimdi taş ocağı ile ilgili çalışmalar yapıyor. Çalışma yapılacak alan, bir önceki “ÇED gerekli değildir” kararındaki gibi 24.9 hektar olarak belirlenmiş. Çünkü 25 hektar ve üzeri için mutlaka ÇED olumlu kararı alınması gerekiyor. Çevrilen oyunlara bakın. Bunu gören köylülerse yasal süre içinde “ÇED gerekli değildir” kararının iptali için dava açmış. Taş ocağına karşı çıkan köylülerle jandarma arasında günlerdir gergin bir bekleyiş sürüyor. Devletin jandarması ormanı, dereyi koruyacağına Cengiz İnşaatı koruyor. Yuh olsun! Direniş sırasında kadınlar başı çekiyor, “Kepçe nereye biz önüne… Durdurana kadar buradayız… Burası bizim doğamız, yaşam kaynağımız, taş ocağı olur mu? Bu ağaçları biz büyüttük, şimdi taş ocağı için kesiyorlar… Cenneti cehennem çukuruna çevirecekler…” diye devlet destekli Cengiz inşaatın karşısına korkusuzca dikiliyorlar…

Bu nasıl bir iktidardır ki sürekli halkın karşısında bu kadar umarsızca durabiliyor, hep güçlüden sermayeden yana tutum takınabiliyor. Türkiye’nin dört bir yanında 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen çok küçük gruplara bile polis orantısız güç kullanarak müdahale ediyor, kısa mesafeden yüzlerine biber gazı sıkıyor, kelepçeliyor, yerlerde sürüklüyor, sonra da gözaltına alıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin; “Özgürlüğün olmadığı ülkelerde, kapalı toplumlarda, kapalı rejimlerde 1 Mayıs kutlanmaz” diyerek aklımızla dalga geçiyor. Gümrük Ticaret Bakanlığı, 20 ay önce kendi içinde yazışma yapıyor, “Emine Erdoğan’ın yakınıyım, diye ortalıkta dolaşan bir hanım var. Dikkatli olun!” diye uyarı yapıyor. Sonra birileri tutuyor, bu hanımı, kendisi hakkında uyarı yazısı yazan bürokratın da başına bakan olarak atıyor. Daha sonra Ticaret ve Gümrük Bakanı olan bu kişi kendi bakanlığına, kendi şirketinden dezenfektan satarak devleti kazıklıyor. Böylesine bir olay normal demokrasilerde bir ülkenin başına gelebilir mi? Merkez Bankası Başkanının değiştirilme süresi yavaş yavaş yaklaşıyor. Bu durumda iki milyar dolar tokatlayıp kaçan “kripto tosuncuğun” yakında Arnavutluk üzerinden direk Merkez Bankasına başkan olarak atandığını görmek kaçınılmaz olmuyor mu?..