( Evet, “aşkımın son yılbaşı gecesinin2.bölümü” gerçek bir yaşanmışlıktan öykündüğüm hikayem. Onları terk etmeyin lütfen, içinizde böyle düşünenler varsa belki bu hikayeden sonra vazgeçerler umuduyla paylaştım yine yeniden..) 

…… Ayakları geri geri gitse de araca doğru yürüdü, her zaman olduğu gibi arka koltuğa yerleşmek için kapısında bekledi, ama hayır bu kez bagaj kapısı açıldı ona. Ve işte o anda anladı içindeki sıkıntının nedenini. Bu yolculuğun dönüşü yoktu.
   Yapacağı bir şey de yoktu, kaderine rıza gösterdi. Uzunca bir süre yol aldı arabanın dar boğucu bagajında, dışarıdan sesler geliyordu, sallanıp duruyordu bozuk yollarda. Nereye gittiğini, neden gittiğini de merak etmiyordu. Adeta duyguları donmuştu, hiç tepki vermiyordu başına geleceklere.
     Uzunca bir süre sonra bir yerde durdular. Sahibi, güzel beyaz elleriyle çıkarttı onu dışarıya. Dağın başında bir yerde, kapısı tel örgülü bir alanın dışındaydılar. İçeriden kendi cinsinin sesleri geliyordu; sesler acılı, çaresiz, bazılarıysa isyankardı. Birden tüyleri diken diken oldu. Burada ne işi vardı?
     Tel örgülü kapının ardında, ayakları uzun, sarı çizmeli, iri yarı bir adam belirdi, kapıyı açtı. Hep birlikte içeriye girdiler, uzun gezinti zincirinden o sinsi bakışlı genç tutmuş çekiştirmeye hazırlanıyordu ama o buna mahal bırakmadı, başını önüne eğdi ve sessizce kaderine rıza gösterip yürüdü peşi sıra.
     Sahibi, o iri kıyım adam ve sahibinin belli ki sahibi olmuş görünen genç, tek katlı çirkin, sarı badanalı bir binaya girdi. İçeriden yumuşak, kaygılı bir bayan sesi duyuldu: “yazık, yapmayın, onu neden bırakıyorsunuz ki”. Sahibinden hiçbir karşılık gelmiyordu, onun yerine delikanlı: “Ben görev gereği il il geziyorum, yakında da evleneceğiz. Onu da ardımız sıra sürükleyemeyiz, bizden daha iyi bakacak birileri çıkar nasılsa” şeklinde kesin ve sert bir ses tonuyla yanıt verdi.
     Pencereden o yumuşak sesin sahibi bayanın başı uzandı, gözlerinde acı vardı, ona baktı uzun uzun. Aşkım ise başını ısrarla yere eğmiş, suç işlemişçesine hiç gözlerini yerden kaldırmıyordu.
     “O halde yapacak bir şey yok” dedi yumuşak bayan sesi. İri kıyım adam uzun gezinti zincirini sertçe çekiştirdi, peşi sıra gelmesini istiyordu. O ise bu yolculuğa çıktığından beri ilk ve son kez ayak diredi, istiyordu ki bir daha göremeyeceğini bildiği o güzel kokulu eller başına bir kez daha dokunsun, buz mavisi gözlerine son kez baksın.
     Sonraları barınak bakıcısı olduğunu öğrendiği adam boynunu kıracak kadar sertlikte, bir daha zincirini hoyratça çekince ister istemez acı bir çığlık attı.
     İşte o zaman arzuladığına kavuştu; sahibi, tek katlı binadan telaşla fırladı yanına geldi, kaygıyla diz çöktü, başının hizasına eğildi. Uzun beyaz parmaklar başını okşadı. Gözlerini kaldırdı baktı, uzunca bir süredir hasret kaldığı gözleri gördü, pınarlarında kocaman iki tane inci tanesi gibi yaş vardı.
     Şimdi her yere gidebilirdi, ölüme bile. Anlamıştı ki o güzel kız onu hala ilk günkü kadar çok seviyordu.
     Uzun uzun bakıştılar, her ikisi de birbirini çok iyi anlamışlardı. Onu daha çok üzmemek için durduğu yerde kımıldadı, hala zinciri elinde olan o kocaman adamın peşi sıra uysalca yürüdü. Kendisi gibi bir çok canın olduğu bir bölmeye konuldu, oradakiler ona acıyarak baktı. Aşkım’ınsa artık hiçbir şey umurunda değildi.
     Günlerce yemedi içmedi, canı istemiyordu. Boğazından o önlerine naylon leğenlerle konulan, suyla ıslatılmış, yarısı küflü ekmekler bir türlü geçmiyordu. Burnunda hep son kez başını okşayan ellerin güzel kokusu, gözlerinde ise çaresizce bakan, onun sımsıcak, yaşlı gözleri.
     Ve işte hikayemizin başladığı o soğuk Aralık ayının son günü geldiğinde, artık gücü tükenmiş ve de asla yaşamak istemiyordu. Orada kaldığı aylar boyunca bir tek amacı olmuştu: boynundaki tasmayı vermemek. Vermemişti de. Almaya çalışan elleri ısırmış, kendi cinslerinin kıskançlıkla boynuna, bacaklarına geçen dişlerinin açtığı yaralara razı olmuştu. O tasma ancak öldüğünde boynundan çıkacaktı. Öyle de oldu. Yeni yılın ilk günü ıslak beton zeminde, ağzından etrafa dağılıp donan kırmızı kan gölü içinde yatarken, boynunda o güzel tasması ışıl ışıl parlıyordu.