Aslında mutlu olmak için kendime büyük ve uzak hedefler koymam, onun için mutluluk çıtama ulaşmam da çok zor olmaz. 
   Sokaktaki sahipsiz bir cana sıcak bir yuva bulmuşsam, evimin köşeciğine sığınmış yavru kedinin sağlık sorununa bir çözüm üretebilmiş, onu hayata geri döndürebilmişsem, bu sabah yaptığım gibi, açık hava (kış nedeniyle artık yarı kapalı) lokantamda(!) sabah kahvaltısını yapmak için beni bekleyen o güzel arap kediyle bakışlarımız karşılaşmışsa , frekanslarımızın bire bir örtüştüğü sevgili arkadaşlarımla şöyle biraz uzunca bir telefon sohbeti yapıp içimi dökmüşsem, radyoda gönlümce bir müzik parçasını yakalayıp ruhumu yıkatmışsam eğer, bu ve buna benzer, aslında ulaşılması çok da zor olmayan şeyler yaşayabilmişsem, bütün bunlar beni mutlu eder.
   Ama bu mutluluklarım hep bulutludur, eksiktir, yarımdır. Çünkü o yavru kediciği sahiplendirdiğimde diğer sahipsizler aklıma düşer. Bir canın yanan canına merhem olabildiğimde hemen yine, diğer yaralı, sakat hayvancıklar gözümde canlanır. Gece sıcak yatağımda yatarken, evdeki kediciklerim de mışıl mışıl, güven içinde, karınları tok, sırtları pek, sevgi sarhoşu olmuş uyurlarken; barınakların ıslak beton zeminlerindeki annesiz yavrular, evlerinden sokaklara terk edilmiş zavallı yaşlı köpekler, neden terk edildiklerini bilmeden soğuk sokaklarda dağda, bayırda şaşkın dolanan cins köpekler, kediler, hayalimde en ince ayrıntılarına kadar canlanır.. 
   Benim mutluluklarım hep ama hep böyle yarım kalır.
   Hayvanlar daha aklımdan çıkmazken bu kez de insanlar, memleketimin insanları akın ederler  zihnime; ah benim kandırılmış, kandırılmaya öylesine müsait, kendini cin fikirli sanan ama hep ondan daha cinlerce çarpılan saf insanım, sürekli bindiği dalı kesen, olmadık yanlış insanların peşinde gezen, hatta koyun sürüsü gibi gidip kendisini, önder sandığı enayi koyunun peşinden uçuruma atan insanım!...
   Onlar düşer aklıma ve ben hiçbir zaman tam mutluluğa erişemem, herkes iyi hoş olsa, hakça adil bir düzen kurulsa, pastanın en büyük dilimini kapma uğruna  kimsenin emeği sömürülmese, gençler okudukları yüksek okullarının bitiminde  iş kaygısına düşmese, birileri sürekli yemekten semirirken, öbürlerinin açlıktan nefesleri kokmasa.. Sahipsiz canların selameti için elden ne gelirse yapılsa, insanlar onları dışlamaktan vazgeçse. Onlar mutlu olsa köyde, şehirde, her yerde. Sevgi dilenciliği yapmadan, hep başları okşansa!.. Belki o zaman bulutsuz mutluluğu yakalar, çocukluğumdaki o derin, sakin uykularımı yeniden uyumaya başlarım.
   Demek ki ben, oldukça uzun bir süredir, gerçek mutluluktan uzak kalmışım, çocukluk yıllarım çok eskilerde kaldığına göre. Demek ki ben, bu yüzden o yıllara özlem çekmekteyim.
   Bir daha kim bilir ne zaman OH BE! diyeceğim ya da diyebilecek miyim ? Bazen ümidimi yitiriyor gibi oluyorum. Ama ağızları var dilleri yok o canlara verilmiş sözüm var. Ne olursa olsun onlar adına mücadeleden vazgeçmeyeceğim.
   Kim bilir belki  bir gün sevgili Nazım ustanın dediği, özlemini çektiği gibi “şarkı dinlemekten şarkı söylemeye” geçeriz.. Kim bilir belki şöyle bir ağız dolusu OH BE! deriz.