Pazar günü pek sevdiğim bir ağabeyim çok etkilendiği, benim de TV de izlediğim bir filmi anımsattı. Filmin adı “Hannah Arendt”. Konuyu “Kötülüğün Sıradanlığı” başlıklı kitabında anlatmıştı Arendt, bende daha önce yazmıştım. TV de yenice seyretmiş olduğumdan ve ağabeyimin coşkulu anımsatması üzerine sizlerle de bir kez daha paylaşmak gereğini duydum. Film Arjantin’de saklanan ancak kaçırılıp İsrail’e götürülen, yüzbinlerce Yahudi’nin toplama kamplarına taşınıp imha edilmesinden sorumlu olan Nazi yarbayı Adolf Eichmann’ın mahkemesini, dolayısı ile o mahkemeyi izlemeye giden Arendt’in yaşamından bir kesiti anlatıyor. Arendt, sanığın fanatik ve habis bir canavar değil, pek de zeki olmayan alelâde bir bürokrat olduğunu anlar, hayatı boyunca başkalarının emirlerine itaat etmeyi şiar edinmiş, yaptıklarını sorgulamadan, ne anlama geldiklerini fazla kurcalamadan onu en iyi şekilde yapmaya çalışmış sıradan bir bürokrat olduğunu saptar. Diğer bir deyişle etten kemikten bir makine, bir robot. Arendt kötülüğün sıradan niteliğini, "vasat" insanlardan oluşan kitlelerin iyiyle kötü arasında bir ayrım yapamamasına ve yargı yoksunluğuna bağlar. Nazi subayı eskisinin yaptığı eylem hukuk içinde ama meşruiyet içinde değildir. Yukarıdan aldığı emiri uygulamakta ama aldığı emir evrensel hukuka, meşruiyete ve vicdana uygun değildir. İnsan olandan ne beklemeli sorusunu gündeme getiriyor, yukarıdan aldığın emirleri hukuk içinde uygulamak ya da insana özgü bir itirazda bulunmak? İtiraz etmenin bedelini ödeyebilecek kaç insan bilinci olabilir acaba?..
Yine pazar günleri gazetesindeki köşesinde Ali Sirmen ağabeyde “sevgili” başlığı altında anılarını anlatır. Bu kez Melih Cevdet Anday ile ilgili anılarını anlatıyordu. Yazının özünde aydın sorumluluğunun nasıl olması ve neleri kapsaması gerektiği üzerine ondan aldığı dersleri özetliyordu. Zamanında atmadığı bir imzanın sorgulamasını yapıp, kendini acımasızca eleştiriyordu Melih Cevdet. Aydının “yanılmama” ve “bilme” sorumluluğu olduğunu bizzat yaşayarak öğrendiğinden söz ediyordu. Yakın geçmişte “evet ama yetmez” diyen aydınlardan, solcu liberallerden(!) yeterince öğrendiğimiz tavırlardı bunlar. Aydın veya insan olmanın bedeli kimi zaman ağır olabiliyor…