Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde

Bir türkü tutturmuşum, duyuyorsun değil mi?

Çalacak bir kapım yok, mutluluğa hasretim

Artık sokaklar benim, görüyorsun değil mi?

Zaman akmıyor sanki, saatler durmuş bugün

Sonsuz yalnızlığımda, bir tek sen varsın bugün

Ya dön bana artık, duyuyor musun beni?

Ya çık git dünyamdan, anlıyorsun değil mi?

Bir resmin kalmış bende, tam ortadan yırtılmış

Hani siyah kazaklı, biliyorsun değil mi?

Gözlerimden süzülen birkaç damla anıda

Senin sıcaklığın var, anlıyorsun değil mi?

Hatırladınız mı bu şarkıyı? Barış Manço’nun o harika yorumuyla ne çok sevmiştik değil mi?

Son birkaç gündür hava ne kadar soğuk, soğuğun ötesinde ne kadar da ayaz farkındasınızdır mutlaka.

Tuzları kuru kendi cinsim için bu soğuklar çok dert değil gibi. Nasılsa evlerinde ısıtıcıları, kaloriferdir, klimadır, o da olmadı kömürü,(artık çok kalmasa da) odunu vardır. Midelerine giren sıcak aşları, sırtlarını ısıtan içleri miflonlu, kaz tüylü filan kabanları mevcuttur mutlaka. Ayaklarda altları su geçirmeyen modaya uygun botlar, iskarpinler. Kimileri tüm bunlar için marka arar, avuç dolusu para döker.

Kısacası kış ayları, ayaz havalar, üşütmez insan cinsimin çoğunluğunu. Zorda, darda olanlar da eksik değil elbette ama onlara uzanan pek çok el, kurum, kuruluş, yardım fonları mevcuttur.

Ama sokaklarda yaşam mücadelesi veren canlar için hal hiç te böyle değildir; onlar ayazı, soğuğu, karı, yağmuru, kısacası kışı taaa iliklerine kadar hissederler. Barınacak, kafalarını sokacak bir kuru damları yoktur, Manço gibi patilerini sokacakları giysileri, vücut sıcaklığını sağlayacak midelerinde sıcak bir lokma yoktur, ne kabanları ne botları mevcuttur. Belki sadece çok kısa zaman dilimlerinde bir tatlı bakış, bir el okşaması yaşadıkları insan dostlarının sıcaklığı vardır.

Kış ayları onlar için çiledir, azaptır, acılı uzun süreçli hastalıktır hatta ölümdür kimilerine. Küçük bedenler, yavrular kolay dayanamazlar eksi derecelere düşen soğuk havalara.

Dilimde, aklımda Barış Manço’nun ezgisi, mahallemin dört ayaklılarına, patili canlara elimden geldiğince yiyecek desteği verirken şöyle bir başımı kaldırıp baktım bir an; “ne kadar çok hane var ve oralarda ne çok yaşayan insan, neden nasıl oluyor da o masum canlar için hiç kaygılanmıyor, hiç düşünmüyorlar, ne yer, ne içer, geceleri o soğuklarda nerede barınırlar diye tasalanmazlar” dedim içimden. Evet, sadece içimden geçirdim bütün bunları sonra yine beslemeye devam, kuytu köşelere karton kutu, su geçirmez materyaller koymaya devam.

Nereye kadar” diye sormuş, biraz da acıyarak benim iki can dostu arkadaşıma yolda rast geldikleri konu komşusu. Onlar da, “gittiği yere kadar” diye yanıt vermiş. Evet, bizler bir avuç iyi insan devam edeceğiz bıkmadan, yılmadan gittiği yere kadar. Aslında ister ve beklerdim ki o soruyu yönelten insanlar da ufacık katkılarla o canların hayatta kalmalarına destek olsunlar. İnsanlığın gereği de bu değil midir?