Büyükşehir Belediyesi Kent Lokantası açıyor...
Malum çevrelerden anında şöyle bir eleştiri geliyor: “Belediyenin işi lokanta açmak mı?”

***

Büyükşehir Belediyesi emekliler için kafe açıyor...
Malum çevre hemen devreye giriyor: “Belediyenin işi kafe açmak mı?”

***

Büyükşehir Belediyesi, insanlar et ürünlerini daha ucuza yiyebilsin diye Halk Et mağazası açıyor...
O malum çevre hiç vakit kaybetmeden başlıyor yaygaraya: “Belediyenin işi et satmak mı? Belediye kasaplığa mı soyunuyor?”

***

Sadece Büyükşehir Belediyesi mi?
Odunpazarı Belediyesi Hamamyolu’nda vatandaşın ucuza çay kahve içmesi için çay ocağı açıyor...
“Belediyenin işi çaycılık yapmak mı?” deniyor.
Yoksul kesimlerin ücretsiz alışveriş yapmaları için Halk Market açıyor...
“Belediye marketçiliğe mi soyundu?” deniyor.
Tepebaşı Belediyesi Alzheimer hastalarının bakımını üstlenmek için kurduğu merkezde kutsal bir hizmet veriyor...
“Belediyenin işi sağlık hizmeti vermek mi?” deniyor.

***

Ne yapılırsa yapılsın, ideolojik düşüncesi aklının önünde giden bir kesime yaranma şansınız yok.
Her ne yapılırsa yapılsın, “Belediyenin işi bunu yapmak mı?” diye soran ve eleştiren bir kesim var.
İşin ilginç tarafı, aynı kesim, tam anlamıyla görevi olmamasına rağmen dönüp dolaşıp “Belediye kentsel dönüşüm konusunda niye hiçbir şey yapmıyor?” diye soruyor, iyi mi?

***

Belediyeleri yaptıkları her işte görevi olmamakla suçlayanlar, her ne hikmetse aynı belediyeleri görevi olmayan bir işi yapmamakla da suçluyor.
İyi, güzel de; bu böyle olmuyor!
Eleştirinin de bir samimiyeti, bir hakkaniyeti, bir adaleti olması gerekiyor...

FOTOĞRAFIN GÜZELLİĞİNE BAKAR MISINIZ?

İnternette rastladık fotoğrafa.
Kime ait olduğu belirtilmediği için yazamadık ismi.
Yıl 1968, yer Eskişehir Tren Garı...
Bir defile yapılıyor ve etrafında, defileyi izlemeye gelmiş çoğunluğu kadınlar ve gençlerden oluşan Eskişehirliler.
Fotoğraf, insanın içinde bir dolu düşünce barındırıyor.
Öncelikle, fotoğraf şehrin bugünkü hâline şaşırmamamız gerektiğini söylüyor adeta.
Şehrin bugün sahip olduğu, başta özgürlük ve medeniyet olmak üzere bazı hassasiyetlerin yıllar öncesinden geldiğini gösteriyor.
Zarafeti, nezaketi ve güzelliği saymıyoruz bile...
Çok ama çok güzel, büyüleyici bir fotoğraf...

BU DA BİR TESPİT İŞTE...

Siyaseti bilen insanın hedefi olur…
Fakat…
Siyaseti bilen insan aynı zamanda hedefini belli etmeyen insandır…
Akıllı siyasetçi “Ben şuraya talibim” asla demez.
Bütün çabası, hedefindeki koltuğun kendisine teklif edilmesinin şartlarını oluşturmaktır…

Çünkü…
Siyaseti bilen insan bir göreve talip olduğunu açık açık ortaya koyduğunda, kendisine engel olmak isteyenlerin mutlaka çıkacağını, bunların bir araya gelmesiyle karşısında yeni bir oluşumun ister istemez mimarlığını yapacağını ve bu oluşumun da hedefine ulaşmada kendisine engel çıkaracağını hesap eder.
Durup dururken kendisine bir cephe açmayı da istemez, anlayacağınız.

O yüzden…
Hedefini açık etmeyen ama partide ve kamuoyunda ismini muhtemel ve potansiyel adaylar arasında sürekli geçirebilmeyi başarabilen siyasetçiler, aslında iyi siyasetçilerdir…
Teklif daha çok bu siyasetçilere götürülür.
Görev daha çok bu tip siyasetçilere verilir.

Bu tespiti o, bu, şu için yapmış değiliz.
Sadece siyasette işin mantığının bu yönde işlediğini ortaya koymak için yapıyoruz…
Zira…
Bugüne kadar bu söylediklerimizin siyasetteki örneklerine çok defa şahit olduk.

Sonuç olarak diyoruz ki:
Siyasette hedef açıklamak, zor ve meşakkatli, aynı zamanda sonucu genelde hayal kırıklığı ile biten bir yoldur…
Hedef ilan etmeden alternatifsiz olmanın ortamını sağlayabilmek ise hem daha az çaba gerektiren hem de başarılı sonuçları tescil edilmiş bir yoldur…

Şu da bir gerçektir ki:
Siyasetçi hedefini açıkladığı andan itibaren genelde olumsuz ve eksik yönleriyle sorgulanmaya başlar…