Gelmiş geçmiş en büyük ve en ilginç filozoflardan biri olan Spinoza, insanı anlatan “Etika” adlı muhteşem eserinde bütün duygulanımların üç temel duygunun yan ürünü olduklarını söyler. Bunlar arzu, neşe ve kederdir. Ona göre “Arzu insanın özüdür”. Arzu, insanın kendi varlığını sürdürmek için harcadığı bilinçsiz çabadır. Aslında toplumu etkileyen iki ana kavram var “İstek” ve “arzu”. İstek; bilinçli olarak, gereksinmelerimiz doğrultusunda talep ettiğimiz bir şeydir. Arzu ise gereksinimin ötesini yoklar. İnsanı diğer varlıklardan ayıran budur. Ne olduğunu bilmediğimiz bir kayıp, bir eksik vardır ve onu tamamlamaya çalışırız. Ancak bu anlamda arzu hiçbir zaman tatmin edilemez, çünkü tatmin edildiğinde yok olur, arzu amacına ulaştığında tatmini hep eksik kalır…
Arzu hakkındaki düşüncelerinde Spinoza’dan etkilenen, Psikoterapi tekniği olarak modern zamanlarda çığır açmış, Freud'dan sonra gelen en tartışmalı psikanalist ve 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Jacques Lacan’da insanın özünün arzu olduğunu ifade etmiştir. Lacan’ın arzuya bakışı bilinç dışıyla ilgilidir ve bilinç dışı arzuyu psikanalizin temel meselesi olarak ele alır. Klinik çerçevede analizin amacı, analiz edilenin arzusunu ve onun hakikatini dile getirmektir. Öznenin, arzusunu tanıması gerekir ve analizin amacı budur…
Günde ortalama 7,5 saatini internette geçiren Türkiye’nin, günde 4 milyon 420 bin antidepresan tüketmesi tesadüf değildir. Oysa tedavi adına her türlü ekrandan uzak bir yaşam öneriliyor. Ne var ki bu önerilen hem zahmetli hem yüksek maliyetli bir yöntemdir. Nüfusun yarısının geliri asgari ücret olan, açlık ve yoksulluk sınırını sürekli zorlayan halkımızın televizyon ve internet dışında eyleyecek yer bulması ulaşılan enflasyon düzeyinde hayli zordur. Artık Türk ulusunun en büyük arzusu şöyle ağız tadıyla bir antidepresan kullanabilmektir…