1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü İstanbul dışında ülkemizin her yerinde kitlesel buluşmalarla kutlandı.
Alınan sıkı önlemler nedeniyle 1 Mayıs’ta Taksim Meydanında emekçiler yerine ‘güvercinler, polisler ve barikatlar’ yer aldı.
Polis tarafından kullanılan “Gazetecileri süpürün”
Cumhurbaşkanı başdanışmanının paylaştığı “Size demokrasi fazla” ifadeleri ise hak mücadelesi adına ‘utanç hanesinde’ kayda geçti.
Özetle bu yıl da ‘yasakçı anlayış’ yine görev başındaydı.

Ortaya çıkan tabloya bakıldığında 3Y ile mücadele vaat eden iktidarın uygulamaları büyük bir hayal kırıklığı yaşatmaya devam ediyor.
Yapılmak istenileni biz mi yanlış anladık?
3Y ile mücadele derken asıl amaç toplumu yasaklarla bunaltmak, otoriter anlayışı pekiştirmek, artan yolsuzluk ekonomisi nedeniyle kaynak yetersizliği bahane edilerek yoksulluğu arttırmak mıydı?
Diğer yandan Özgürlükçü Anayasa(!) tartışmalarının yapıldığı içinde bulunduğumuz dönemde yaşananları anlamlandırmak mümkün değil. 
Mevcut anayasaya uymayan iktidar yeni anayasa ile toplumumuzu nasıl daha özgür hale getirecek?
İktidar yeni anayasa dayatmasıyla toplumsal baskı alanını daha da genişletmek mi istiyor? 
Örneğin demokratik yönetimlerin temel kurumlarından olan Anayasa Mahkemesini, Sayıştay’ı kaldırarak ya da işlevsizleştirerek ve tek kişiye bağlı yönetim anlayışını daha da sağlamlaştırarak mı özgür anayasa yapılacak, bekleyip göreceğiz. 

Yaşananlar karşısında ‘3Y ile mücadele etme’ vaadiyle iktidar olan AKP’nin ülkemizi getirdiği durum ortada.
Anımsatalım “Yasaklar, Yolsuzluk ve Yoksulluk” kelimelerinin baş harflerinden oluşan 3Y ile mücadele önemli bir siyasi iddia olarak ortaya konulmuştu.
Aradan geçen 22 yıllık AKP iktidarında gelinen noktada ‘Yasaklar’ her alanda artarak devam ediyor en son örneğini Taksim’de geçtiğimiz gün yaşadık.
Diğer mücadele alanı olarak ortaya konulan “Yolsuzluk” ve “Yoksulluk” konusunda da çok fazla sorun var.
İktidarın ‘Yolsuzluk’ konusundaki karnesi ne yazık ki iyileşme bir yana tam tersine daha da kötüleşme eğiliminde.
Yolsuzluk iddialarına her geçen gün bir yenisi ekleniyor.
Yandaş müteahhitlere şişirilmiş rakamlarla verilen ihaleler, iktidara yakın şirketlerin vergi cezalarının silinmesi sıradan örnekler haline gelmiş durumda.
31 Mart seçimi sonrasında iktidar partisinin kaybettiği Belediyelerde tespit edilen hesapsız ve kontrolsüz harcamalar durumun tahmin edilenden çok daha kötü olduğunu gösterdi.
Belediyeye ait olan ve kimlerin kullandığı bile bilinmeyen makam araçları, lüks ve şatafattan geçilmeyen makam odaları, sarf malzemelerine ödenen abartılı paralar, devir teslimin hemen öncesinde yapılan ihaleler ve ödemeler, bankamatik memurlar gibi çok sayıda örnek var.
Yolsuzlukların azaltılması bir yana ‘yolsuzluk ekonomisi’ liginde üst sıralarda yer almış durumdayız.
Uluslararası raporlarda gösterildiği şekilde “Türkiye’nin Yolsuzlukla mücadele notu” sürekli düşüyor. 
Haktan, adaletten bahseden ve her fırsatta dini referanslara sığınan iktidarın uygulamaları ‘siyasi ahlak’ bakımından da ciddi bir şekilde tartışılmaya devam ediyor.

Diğer bir “Y” olan ‘Yoksullukla’ mücadele konusu ise gerçekten de artık rakamlarla anlatılamayacak can yakıcı boyutlarda.
Açlık sınırı bile son yıllarda ülke genelinde genel ücret haline gelen asgari ücretin üzerine çıkmış durumda.
10 bin TL ile geçinmeye çalışan milyonlarca emekli ekonomik sıkıntı içinde, perişan halde.
Toplumun önemli bir kesimi açlıkla mücadele noktasına gelen yaşam savaşı veriyor.
Yoksulluğu azaltma vaadinde bulunan iktidar ise ‘derin yoksulluğu’ yaşayan milyonları gündemine almış değil.
Uygulanan politikalar zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmasına neden oluyor. 
İktidar çevrelerinde “Tok, açın halinden anlamaz” anlayışına benzer şekilde pahalı yaşam, lüks alışkanlıklar ile ilgili örnekler kamuoyu önünde rahatlıkla sergilenmeye devam ediyor. 

3Y ile mücadele vaat eden ancak tam tersine uygulamalar yapan iktidar özgürlükçü anayasa ile de aynı şekilde toplumun değil ‘kendi özgürlüklerini’ mi genişletmek istiyor sorusu yanıtlanmayı bekliyor.