Ülkemizdeki “Manzara-i umumiye” hiç de umut verir bir görüntü sergilemiyorken…
Saray rejimi belediyeleri, devamında da ardından da kurultay iptalleriyle CHP’nin üzerine adeta “karabasan gibi” çökme stratejisini planlı bir şekilde sürdürmeye çalışırken…
-Nereden çıktı bu konu diyebilirsiniz!..
Haklısınız da, bir “taşra gazetesinin” bir naçiz yazarının akıl erdiremediği (!) karmaşık konular üzerinde kalem oynatmaya kalkışması (takdir edersiniz) hiç de kolay değil!..
Hem zaten ilgili yurttaşlar bu konular üzerinde yazılar döşenen onca (Yılmaz Hoca’nın tanımlamasıyla) “köşe kadıları” mebzul miktarda mevcutken… Yetmedi, Tv ekranlarında her saat diliminde şakıyan “ekran bülbüllerimiz” de varken…
-Bendenizin bu köşede akıllarınızı daha bir karıştırmasına ne gerek var!..
Bütün bu iç karartıcı gündeme karşın demek istemem o ki;
-Her karanlık gecenin bir şafağı vardır.
O şafağın sökmesi de çok uzakta değildir umudunu sizlerle paylaşıp, Konu başlığımıza dönerek devam edelim!..

Yıllar öncesinde Yılmaz Hoca’yı izlerken…

Sanırım sevgili Büyükerşen’in EBB’ye başkan olduğu dönemin ortalarıydı. Eskişehir’in sorunlarına yönelik vaatlerini, kentin plakasıyla müsemma “26 maddede” topladığı seçim çalışmasından ardından başkan olmuş, bunları birer birer gerçekleştirmek üzere “hızlı bir başlangıç” yapmıştı Büyükşehirde.
Hakkını vermek gerekirse; O hız ve temposunu tam 25 yıl devam ettirerek noktaladı misyonunu…
-Bir kez daha teşekkürler sayın Büyükerşen…
***
O sözünü etiğim dönemde, müdavimi olduğumuz Eğit-Der’de Önder Baloğlu ile oturuyoruz. Önder, alışkanlığının tersine bu kez köşede duran televizyonun karşısında kurmuştu masayı.
Herkes “Hoca” der ya Büyükerşen’e, sevgili Önder’in Akademi’den “gerçekten Hocası” idi. Sordum kendisine;
-Hayrola Fener maçı da yok, bu değişik neden?,,
Hocasının bir televizyon programına çıkacağını, izlemek istediğini söyledi. Sanırım ilk yılarını yaşayan yerel bir televizyon, ya da izlenirliği az bir kanaldı…
Birkaç müdavim arkadaş ile göz hizamızın oldukça üstünde pür dikkat televizyonun karşısındayız!..

‘Şimdi Genel Kurmay Başkanıydım!..’

Yılmaz Bey, o insicamlı ve de ayrıntıları da ihmal etmeden başladı konuşmaya. Ailesinden başlayarak, Bayat Pazarı’nın oralardaki evinlerinden, sokakta arkadaşlarıyla kendileri tarafından yapılan oyuncaklarıyla oynadıkları oyunları anlatıyor…
Devamında ilk ve orta öğrenimine geliyor sıra. Ortaokul ve liseyi Eskişehir lisesinde tamamladığını anlatırken, Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazanmışken, Orhan Oğuz Hocanın kendisini nasıl ikna ettiğini ve Eskişehir İktisadi İdari Bilimler Akademisi’ne kayıt olduğunun hikayesini de ekliyor. Bizim kuşağın dillerinden eksik olmayan “Lise Radyosunun” kuruluş hikayesini de öğreniyoruz!..
***
Sunucuya pek soru imkanı vermeden sürüyor program. Ortaöğretim yıllarını anlatırken bir ara duraklıyor Hocamız. “Bir de askeri liseye müracaat anım” var diyerek sürdürüyor konuşmayı. Mealen şunları söyleyerek;
“Ortaokul yıllarımda asker olmayı da düşünüyordum. Bitirdiğimde çevremin de teşviki ile Bursa Askeri Işıklar Lisesi sınavlarına girmeye karar verdim. Gerekli evrakları tamamladım. Son anda öğreniyorum ki Sağlık raporu da gerekli. İki gün sonra Bursa’ya gidip başvurumu yapacağım. Neyse son anda Hava hastanesine gidip onu da alıyorum. Sevinçle eve dönerken Şair Fuzuli Caddesi’nde nasılsa raporu düşürdüğümü fark ediyorum. Geriye doğru gidip arasam da bulamıyorum.”
Bunları dinlerken Önder’le bakıştığımızı hatırlıyorum. Öyle ya, gazeteci olarak (Önder aynı zamanda eşi Seyhan Hanım ve kayınpederi rahmetli milletvekilimiz Şevket Asbusoğlu’nun komşusu) ikimiz de yakınız Yılmaz Ağabeye. Hiç duymamıştık bu anısını!.. Yılmaz Hoca şöyle tamamlıyor sözünü;
“-Yani bu şansızlığı yaşamasaydım, belki de şu anda Genel Kurmay Başkanıydım!”
***
Ne diyeyim,
-iyi ki o şansızlık yaşanmış Yılmaz Hocam!..
“Yoksa…” deyip noktalayalım bu anımızı….
Siteye-16