Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısındaki
muhafızlara aldırmadan içeri girer. Muhafızlar saygıları nedeniyle onu durdurmaya
çalışmaz. Bilge, sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya girdiğinde
ziyaretçisini hemen tanıyan kral saygıyla ayağa kalkıp sorar:
“Ne istiyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim?”
“Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum” cevabını verir bilge.
“Ama burası han değil ki” der kral hafif kızgınlıkla, “Benim sarayım.”
“Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?”
“Babam. O öldü ama.”
“Ondan önce kim yaşıyordu?”
“Büyükbabam. O da öldü.”
“O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği
bir yer demek ki. Neden ona han demeyeyim?
“Sular hep aktı geçti. Kurudu vakti geçti. Nice han, nice sultan. Tahtı bıraktı geçti.
Dünya bir penceredir. Her gelen baktı geçti.” Der Yunus Emre de anlamaz bu
insanlık.
Keşke herkes, bakıp geçse ama insan bu gözü hiç doymaz! Kendi ülkesinin sınırları
dışındaki topraklarda da gözü olur. Bir bahane bulur ve savaş çıkarır. Bu savaşı
çıkaran ülkeler son 10 yıldaki çıkardıkları savaşlarda 2 milyon çocuğun ölümüne
neden olurlar. 6 milyon çocuk sakat kalır. 12 milyon çocuk evsiz, 1 milyondan fazla
çocuk öksüz veya yetim kalır. 10 milyon çocuk psikolojik sarsıntı geçirir. On binlerce
çocuk tecavüz ve işkenceye uğrar. Balkan Savaşı’nda Bosna’da 20 bin kadına tecavüz
edilir. Onlar için bu ölümler hiç önemli değildir. Bir sürü can o toprakları ele
geçirmek için, çıkar için feda edilir. Neden mi? Yeraltı zenginlikleri! O ülkenin
petrolünü ele geçirmek için milyonlarca insan öldürülür. Öldürenlere de üstün hizmet
madalyası verilir!