Son yıllarda bir çok ülkede kendini gösteren canlı bomba saldırıları, meydana geldikleri yerlerde “sokaktaki insanın” yüreğine terör korkusu salmak dışında “işlevler” görmeye başladı.
En önemli amaçlarının insanları terörle sindirmek olduğu bilinen saldırılar, yöneldikleri ülkelere göre değişen, belki de çoğu zaman faillerin bile öngöremediği “kalıcı” etkiler de yaratıyor.
Bu etkilerin en başında gelenlerinden biri, kuşkusuz, bazı Avrupa ülkelerinde özellikle müslüman yabancı düşmanlığının, neo faşist hareketlerin ve politikalarını bunlara dayandıran siyasi partilerin güç kazanmaya, daha çok “taraftar toplamaya” başlaması.
Bugüne dek daha merkezde görünen siyasal hareketlerin, ortaya çıkan “yeni akımlara” ayak uydurabilmek için ister istemez faşist motifler taşıyan bir “sağ”a savrulma tehlikesi içine girmeleri.
Zaten ülkelerin ekonomik çıkarlarına göre iniş- çıkışlar gösteren, sesi yükselen ya da alçalan “insan hakları savunucularının” Suriyeli mülteciler meselesinde olduğu gibi daha az konuşur olmaları.
“İnsan hakları savunulacak olan insanları” kategorize etmeleri. Sokaktaki sıradan batılıların, kendi yaşam tarzlarının etkilenmesi, günlük yaşama alışkanlıklarına halel gelmesi “tehlikesi” karşısında, yoksul ülkelerin insanlarının katlanılabilir koşullarda yaşayıp yaşamadıklarını bile umursamaz hale gelmeye başlamaları.
Hatta ve hatta, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” bencilliği ile kendilerine “uzak” ülkelerdeki canlı bomba eylemlerine, oralarda parçalanan çocukların ve kadınların ölümüne bile kayıtsız kalmaları…
Oysa, Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan bu tepkileri yaratan IŞİD, El Kaide gibi terör örgütleri, saldırılarını Avrupa ülkelerinin belki de yüz misli yoğunlukta Müslüman nüfusun büyük çoğunlukta olduğu ülkelere yöneltiyorlar.
Bunlardan biri de Türkiye.
* * *
Son birkaç gün içinde iki ülkede daha canlı bomba terörü yaşandı.
Irak’ta bir top sahasında ve Pakistan’da bir lunapark’ta.
Irak’taki IŞİD’in saldırısıydı. Bombalarla “sarıp sarmalanan” 15 yaşında bir çocuk, Bağdat yakınlarında bir stadyumda seyircilerin arasında “patlatılmış”, 65 kişi ölmüş, yüzlercesi yaralanmıştı.
Pakistan’ın Lahor kentinde bir lunaparkta eğlenenlerin arasında patlayan canlı bombanın yol açtığı can kaybı 72 kişiydi. Yüzlerce de yaralı vardı. Kurbanların çoğu paskalya bayramını kutlayan hristiyan kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Bu saldırıyı da Taliban’ın bir kolu olduğu bildirilen Cemaatul Ahrar adlı örgüt üstlenmişti.
Toplam 140’tan fazla “masum” can vermişti bu iki saldırıda. Lakin, bu saldırılar Türkiye’de dahil batı ülkelerinin medyasında batı’da gerçekleşen canlı bomba saldırılarına benzer yankılar yaratamamıştı.
Gazeteler birinci sayfalarını olduğu gibi söz konusu saldırıların haberleriyle kaplamamışlar, televizyonlar öncekilere yakın zaman ayırmamışlardı.
Kimse, sosyal medyadaki profil resimlerini, -Fransa bayrağını yaptıkları gibi- Pakistan ya da Irak bayrağının fotoğrafı ile değiştirip “acıları paylaşma” gösterisi yapmamıştı.
İşin özü, batı dünyası yalnızca “kendisine dokunan” teröre karşı çıkıyor, terör kurbanlarını sınıflandırarak bir tek kendi acısına yanıyordu!
Kurbanları sınıflandıranlar da ileride yaşanabilecek kitlesel terörün temelini atmaktan başka bir şey yapmıyorlardı.