Türkiye ile Ermenistan arasında normalleşme süreci dördüncü defa karşılıklı özel temsilcilerin 14 Ocak’ta Moskova’da biraraya gelmesiyle başlamıştır. 2008 yılındaki girişimler sonucunda 2009'da Zürih’te protokoller imzalanmış fakat onaylanmamıştır. Bu son gelişme üzerine Erivan Siyasi ve Ekonomik Stratejiler Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Benyamin Poghosyan’ın aşağıdaki görüşleri dikkat çekicidir.
Moskova’da başlayan görüşmelerin olumlu sonuçlanabilmesi için iki temel şart vardır. Bunlar; Ermenistan’ın ve diasporanın (ANCA) sözde Ermeni soykırımını uluslararasında kabul ettirme çabalarından ve Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu vilayetlerini “Batı Ermenistan” olarak göstermekten vazgeçmesidir.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki son gelişimlerden rahatsız olan ABD’deki etkili Ermeni diasporası, taraflar arasında anlaşmaya varılmasına karşı çıkmakta, Türkiye’ye yaptırım uygulanması için yönetime baskı yapmakta, uluslararasında sözde Ermeni sayrımınım parlamentolarda tanınması için yoğun çaba göstermektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Nisan 2014 tarihinde Ermenilere yönelik mesajı, iyi niyetin göstergesi olmasına rağmen karşı taraftan olumlu karşılık bulamamıştır: “…20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.”
Erdoğan’ın açıklamasıyla Türkiye tarihinde resmi ağızdan ilk defa 1915 tehcirine ilişkin Ermenilere taziye mesajı iletilmiştir. Fakat karşı taraf mesajın içeriğini anlayacak durumda değildir. Çünkü, Türk ve Azerbaycan bayraklarını ayaklar altına alanlarla anlaşmak nasıl mümkün olacaktır?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 6 Eylül 2008 tarihinde futbol maçı izlemek için Erivan’a yaptığı ziyaretin ardından atılan adımlar, Türkiye-Ermenistan arasında başlayan yakınlaşma süreci karşılıklı olmadığı için havada kalmıştır. Çünkü;
• Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
• Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
• 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur.
• Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
• Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’üncü Kurultayına katılan dönemin Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
• Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almaktadır.
• Ermenistan Milli Marşı’nda “Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
• Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan eski Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- (zekâ geriliği) kırmayı başardık” demiştir.
• Dünyaca ünlü tıp dergisi Lancet’i bile kirli amaçları için kullanabilen Ermenilerden nefret etmeden 100 binden fazla Ermeni’nin Türkiye’de iş bulmasına imkan sağlayan Türk milleti, hiçbir zaman Ermeni bayrağını ilkokul çocuklarının ayaklarının altına serip üzerinden geçmelerine izin vermemiştir.
• Erivan Belediyesi’nin çöp konteynerlerini Türkiye ve Azerbaycan bayrakları renklerine boyaması, Türk bayrağının ayaklar altına alınması Ermenilerin nasıl bir seviyesizlik içinde olduklarının ispatıdır.
• Ermenistan futbol takımının Azerbaycan bayrağını çiğnemesi bir provakosyondur. Bu kabul edilemez bir davranıştır. Bayrak kutsaldır. Atatürk, İzmir’e girdiğinde Yunan bayrağını çiğnememiştir: “ Bayrak bir milletin şerefidir, ne olursa olsun yerlere serilmez ve çiğnenmez, kaldırınız!”
ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Türkiye'ye büyükelçi olarak atadığı eski Senatör Jeff Flake ve eşi San Francisco'dan 7 Ocak’ta Türkiye'ye gelmiştir. Jeff Flake ve eşi Cheryl Flake, Türk Hava Yollarının TK 2152 sefer sayılı uçağıyla saat 15.00’de Ankara Esenboğa Havalimanı'na inmiştir. Havalimanında gazetecilere açıklama yapan Flake, "Yanımda eşim Cheryl’i görüyorsunuz. Gördüğünüz gibi Ankara’ya daha yeni ulaştık. Güven mektubumun sunulmasının ardından daha çok konuşacağız. Ancak şu an için burada olmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyorum" demiştir.
Flake, 2019'da eski Başkan Donald Trump'ın yönetimi ve Cumhuriyetçi Partinin politikalarıyla ayrıştığı gerekçesiyle Senato'dan emekli olmuştur. Trump'ı eleştirdiği “Conscience of a Conservative” (Bir Muhafazakarın Vicdanı) kitabı yazan Flake aday gösterildiğinde, "Bu atamayla Biden yönetimi Amerikan dış politikası ve diplomasisinin en iyi geleneğini yeniden doğruluyor: Partizan politikaların iç mesele olarak kalması ve diğer ülkelerle ilişkilere karıştırılmaması gerektiği inancı. Amerikan dış politikası, partiler üstü olabilir ve olmalı. Bu benim inancım ve aynı zamanda taahhüdüm" demiştir.
“Geleneksel muhafazakarlığın düşünceli bir savunması ve Donald Trump'ın ona ihanet etme biçimine yönelik kapsamlı bir saldırı.” David Brooks, New York Times: “Temel muhafazakar ilkeye dönüş için acil bir çağrı ve ülkeyi bir kez daha partinin önüne koyma çağrısıdır.”
24 Nisan’da Başkan Biden geçen yıl olduğu gibi bu yılda “soykırım” diyecektir. Biden ve Yardımcısı Kamala Harris tehciri “soykırım” olarak kabul etmektedir. Biden, “… bir imha kampanyasında bir buçuk milyon Ermeni tehcir edildi, katledildi veya ölüme yürüdü. Meds Yeghern kurbanlarını saygıyla anıyoruz ki, yaşananların dehşeti asla tarihe karışmasın” demiştir.
Kamala Harris bu kapsamda şu açıklamayı yapmıştır: “Bugün Ermeni Soykırımı başlayalı 104 yıl oldu. 1915 ile 1923 yılları arasında katledilen 1,5 milyon Ermeni'yi unutamayız. Kaybedilenleri anan ve ABD'nin tarihteki bu korkunç bölümü kabul etmesini sağlayan bir Senato kararına ortak sponsor olmaktan gurur duyuyorum.” Dikkat çekici durum, Flake’in Harris’in önünde yemin etmesidir. Çünkü her ikisi de Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul etmişlerdir.
ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosu 2019 yılında soykırımı tanıma kararı almıştır. Bunu bilmeyen yoktur. 24 Nisan 2022’nin gelişi bugünden bellidir. Bu gerçeğe ve bizim Büyükelçimizin “degrade” edilmiş olmasına rağmen Jeffrey Lane Flake'i Külliye’de kabul edilmiş olmasının anlam nedir? Flake, ailesi ve büyükelçilik çalışanlarıyla hatıra fotoğrafı çektirmiştir. (https://www.posta.com.tr/erdogan-abd-buyukelcisi-flakei-kabul-etti-2429506) “Mütekabiliyet” (karşılılık) ilkesi gereği Flake’in itimatnamesini Cumhurbaşkanı’na değil, ABD’den sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısına sunması çok isabetli bir davranış olurdu ama olmadı.
Diplomaside “mütekabiliyet” ilkesi çok önemlidir. 1985-1990 yılları arasında Paris OECD Daimi Temsilciliğimizde görev yaptım. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramlarında Paris Büyükelçiliğimizdeki resepsiyonlara katılan ülkelerin hangi seviyede katılım yaptıklarına dikkat edilir ve karşı tarafın davetine de aynı seviyede katılım sağlanırdı. Konsolos seviyesinde katılım olursa (eğer önemli bir mazereti yoksa) aynı seviyede (konsolos) katılım sağlanırdı. F 35 uçağı krizi ve Pakistan’a savaş helikopteri satışının engellenmesine karşı ABD’ne gerekli tepki gösterilmemiştir.
Türkiye’nin Washington Büyükelçisi eski Eskişehir Milletvekili, kendisini ve ailesini yakından tanıdığım Doç. Dr. Murat Mercan güven mektubunu Biden’a sunamamışken Flake’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından kabulü uluslararası ilişkilerdeki “mütekabiliyet” ilkesine aykırıdır. Flake'in büyükelçiliği, 16 Ekim'de Senato Dış İlişkiler Komisyonu, 26 Ekim'de de Senato Genel Kurulu'nda Cumhuriyetçi ve Demokrat üyelerin ortak kabulüyle onaylanmıştır.
Büyükelçimiz Doç. Dr. Murat Mercan güven mektubunu Beyaz Saray Ulusal Konseyi üyesi Avrupa ve Ortadoğu Sorumlusu Amanda Sloat’a bir restoranda sunmuştur. (https://www.izgazete.net/diplomasi-makale,2999.html) Bu uluslararası ilişkilerde kabul edilemez bir durumdur. Sayın Büyükelçi Mercan’ın nasıl tepki gösterdiğini bilmiyorum. Belki bir protesto notası vermiş olabilir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aralık 2020’de göreve atadığı Murat Mercan, 15 Mart 2021’e kadar Joe Biden’den randevu beklemişti. “Türkiye'nin yeni Washington Büyükelçisinin akredite edildiği utanç verici sürecin ortaya çıkması. Murat Mercan, birkaç ay bekledikten sonra, itimatnamesini Beyaz Saray'da Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'na teslim etmek yerine, Bakanlığın Amerika Birleşik Devletleri Doğu Avrupa ve Orta Doğu ofisi tarafından akredite olduğu bir restorana gitmek zorunda kaldı… Amerikalılar daha sonra onu aradı, ancak randevu Beyaz Saray için değil, bir restoran içindi ve referanslar Joe Biden veya Kamala Harris tarafından değil, diplomat ve Doğu ofisinin Başkanı olan Amanda Slot tarafından kabul edilecekti.” (https://newsfounded.com/greeceeng/washingtons-new-slap-on-erdogan/)
Bu konuda Dışişleri tarihinde yer alan bir tepki tarihe geçmiştir. Sayın Melih Aşık, Hasan Esat Işık Paris Büyükelçimiz iken, Ermenilerin Marsilya’da yaptırdıkları soykırım anıtı açılışına Fransız bakanlardan birinin katılmasının “Fransa bu iddiayı benimsiyor” anlamına geldiğini söyleyerek Ankara’ya döndüğü açıklamıştır. Rahmetli Hasan Esat Bey, Marsilya’daki Ermeni anıtına “Bu anıtlar kinleri ebedileştirir” diyerek tepki göstermiş ve Türkiye’nin izlemesi gereken yolu şöyle tarif etmiştir:
“Ben Ermeni sorununun sadece Türkiye için ele alınmasına karşıyım. Tarih pek çok soykırım veya soykırım iddiasından söz eder. Bunlardan yalnız biri üzerinde durmak insanlık saygısı değil, art niyetli bir politik tavırdır. Kabul edilemez. Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulacak bir komisyon, ‘tüm soykırımlar’ üzerinde bilimsel bir araştırma yapmalıdır ve devletler buna göre tavır almalıdır.” (https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/melih-asik/anilar-anilar-hasan-esat-isik-6489975)
Flake, ABD Başkan Yardımcısı Kamala D. Harris'in de katımıyla 7 Aralık'ta düzenlenen törende yemin etmiş ve görevi resmiyet kazanmıştır. Kamala Harris, “Bugün Ermeni Soykırımı başlayalı 104 yıl oldu. 1915 ile 1923 yılları arasında katledilen 1,5 milyon Ermeni'yi unutamayız. Kaybedilenleri anan ve ABD'nin tarihteki bu korkunç bölümü kabul etmesini sağlayan bir Senato kararına ortak sponsor olmaktan gurur duyuyorum” demiştir.
Flake, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenilere karşı gerçekleştirdiği tehciri Harris gibi “soykırım” olarak tanımaktadır. Yaklaşık 2,5 ay sonra 24 Nisan 2022’de de ABD Başkanı Türkiye’yi geçen yıl yaptığı gibi olmayan bir soykırımı yapmakla suçlayacak ama ve biz “Ermenistan’la normalleşme adımları için karşılıklı özel temsilciler atayacağız.” Halk dilinde buna “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dendiğini karar alıcılara bir daha hatırlatmakta yarar olduğuna inanıyorum.
24 Nisan 2022 tarihinde çok ilginç bir durumla karşılaşacağız. ABD Başkanı “soykırım” (genocide) derken acaba büyükelçi Flake ne diyecektir? Çünkü, ABD’de iken “soykırım” demiştir. Türkiye’de de aynı kelimeyi söylerse 24 Nisan’da ne yapılacaktır? Dışişleri Bakanlığı bu konuda bir hazırlık yapmakta mıdır? Yoksa yumurta kapıya gelince mi hazırlık yapacaktır?
Büyükelçi Flake, Arizona'yı temsil ederken Meclis'te ve Senato'da 2005, 2007, 2010 ve 2014 yıllarındaki Kongre tasarılarına karşı oy kullanmıştı. Daha sonra 1915'te yüz binlerce Ermeni'nin Osmanlı kuvvetleri tarafından öldürülmesini soykırım olarak kabul eden Flake, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafına da değinerek Türkiye'nin rolünü istikrarsızlaştırıcı olarak nitelendirmişti. Sanırım ilgili kuruluşlarımızın bundan bilgisi vardır.
Acaba neden eski Cumhuriyetçi senatör Flake, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermenilere karşı gerçekleştirdiği tehciri soykırım olarak tanıyarak bu konudaki önceki tutumunu tersine çevirmiştir? Herhalde Washington Büyükelçiliğimizin bu konuda bilgisi vardır. Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Menendez, tutumunu değiştirip değiştirmediğini ve “Ermeni soykırımını yeniden teyit etmek için bu kuruma ve yönetime katılmaya” hazır olup olmadığını sorduğunda Flake, yankılanan bir sesle “EVET” demiştir.
Bu süreçte çok önemli bir gelişme de olmuştur. Sözde soykırımın, ABD eğitim sistemine girmesi gerçekleşme aşamasına gelmiştir. Öğretmenler Federasyonu 3 Şubat 2021 tarihinde sözde soykırımın okullarda öğretilmesi için girişim başlatmıştır. Günümüzde ABD’de 11 eyalette sözde soykırım müfredata girmiştir. ABD’de LAUSD adlı konsolide okul 6 Ekim 2020 tarihinde 24 Nisan’ı resmi tatil olarak kabul etmiştir. LAUSD, 600 bin öğrencinin eğitimini sağlayan 1,300 münferit okulu kapsamaktadır.
Yönetim Kurulu Üyesi Kelly Gonez, "Los Angeles'taki Ermeni aileler her yıl modern tarihin ilk soykırımında kaybedilenleri hatırlıyor ve birçoğunun trajediyle doğrudan bağlantısı var. Takvimimizdeki bu değişiklik, Los Angeles Unified'ın Ermeni cemaatimize olan bağlılığını ve dayanışmasını gösteriyor" demiştir.
Türkiye bu konuda haklı olmasına rağmen uluslararasında etkin bir aydınlatma yapamamaktadır. Biden’ın bu yıl “soykırım” ifadesini kullanması, ileride telafisi çok zor durumların ortaya çakmasan yol açabilecektir. Türkiye aleyhine toprak talepleri gündeme gelecek, tazminat davalarının açılmasını körükleyebilecek, şimdiye kadar sözde soykırımı tanımayan ülkeler bu yönde adım atmaya cesaretlenecek, Türk ulusu insanlık dışı bir suçla karalanacaktır.
Yurt dışında yaşayan Türk toplumu ve çocukları da yeni tehdit ve tacizlere maruz kalabilecektir. Türk Dışişleri Ermeni ASALA terör örgütü tarafından şehit edilen Türk vatandaşlarını acaba Büyükelçi Flake’e hatırlatmış olabilir mi? Eğer hatırlatılmış ise Flake’in tepkisi ne olmuştur?
1985-1990 yılları arasında Paris’te Ermeni terör örgütü ASALA’nın tehditlerine maruz kalmış biri olarak ben şahsen Büyükelçinin tepkisini merak etmekteyim. Aşağıda fotoğrafı bulunan rahmetli Haluk Sipahioğlu Paris’te OECD Dimi Temsilciliğimizde benim oda arkadaşımdı.
Soykırım suçunun tanınmasında 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nin şart koştuğu tek yetkili mahkemenin kararının olmadığı bir türlü uluslararasında kabul ettirilememiştir. 1915-16 Osmanlı Divan-ı Harp ve 1919-21 Malta Yargılamaları, 2003 AB Adalet Divanı Kararı, 2015 AİHM İsviçre-Perinçek ve 2016 Fransa Anayasa Konseyi Kararları da Türk tezini desteklemektedir. Malta yargılanmaları konusunda Uluç Gürkan “Ermeni Sorununu Anlamak” kitabında gerçekleri açıklamaktadır.
Sayın Ferruh Demirmen’in “FEYM, CİMER kanadıyla Aralık ayı başında 21 Nisan’ın ‘Van Katliamını Anma Günü’ olarak ilan edilmesi yönünde devlet yetkililerine öneride bulundu, hatırlatmalar yapıldı. Ne ki, devlet tarafından bu yönde bir adım atıldığına dek bir işaret yok” açıklamasının ciddiye alınmaması dikkat çekicidir. “21 Nisan 1915, bir gün önce başlayan Van İsyanı’nın ertesi günü vahşete dönerek Ermeni milisleri tarafından şehrin ateşe verildiği ve Müslüman halkının katledildiği tarihi gün. İsyanının ardından Çarlık Rus ordusu 17 Mayıs’ta kolayca Van’a girdi ve olay Ermeni tehcirine yol açtı.” tespitine ben de katılıyorum.
Çünkü; “Van’da yaşanan vahşetin 24 Nisan öncesi dünya çapında anılması ve 1985 yılında yapıldığı gibi, Türk yanlısı akademisyenlerin hazırlayacağı bir bildirinin ünlü bir ABD gazetesinde bir ilan sayfası olarak yayınlanması bulunduğumuz aşamada acilen büyük önem taşımaktadır.”
Tehcirde iddia edilen 1,5 milyon Ermeni kaybı bir büyük yalandır. Milletler Cemiyeti resmi kayıtlarına göre 200 bin Ermeni, Osmanlıya karşı savaşan İtilaf Devletleri cephesinde savaşta ölmüştür. Ermeni tehciri, BM’in kabul ettiği uluslararası soykırım tanımına uymamaktadır. Eğer Ermenistan’ın tanımını esas alırsak ANZAK askerlerinin 250 bin Türk askerini katletmesi de bir soykırımdır. Çünkü “ insanın (Türklerin) ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürülmesi” tanımına uymaktadır. Avustralya ve Yeni Zelanda askerleri, binlerce kilometre uzaktan gelerek 250 bin Türkü Gelibolu’da varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde öldürmüştür. Bu tanıma göre 18 Mayıs 1944 tarihinde 300 bin Kırım Türkü anavatanları Kırım’dan sürülerek “ortak varoluşlarına son vermek amacıyla örgütlü bir şekilde” katledilmiştir. Bu da bir soykırımdır.
Nazilerin 1940 yılında Polonya’nın Auschwitz kentinde kurduğu toplama kampı, Auschwitz1, Auschwitz2 ve Birkenau olmak üzere üç kamptan oluşur. Naziler, 1940-1945 yılları arasında Avrupa ülkelerinden topladıkları yüzde 90’ı Yahudi olan insanları trenlerle bu kampa getirdiler. Kampta 1,1 milyon ile 1,5 milyon arasında insan gaz odalarında katledilmiştir.
Ölenleri fırına taşımak için kampa demiryolu döşediklerini görünce, katliamın boyutunun büyüklüğüne tanık oldum. Fakat kampı gezen bir Türk vatandaşının “Kampı gezerken, Türkiye'nin Almanya gibi katliam ve soykırımla anılan bir tarihe sahip olduğunu, ne var ki, bununla yüzleşmekten kaçınan da tek ülke olduğunu düşündüm” (https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/155465-dersim-ve-mauthausen-gusen-nazi-toplama-kampi) diyenlere, sözde Ermeni soykırımının bir yalan olduğuna ilişkin tarihçilerin kitaplarını okumalarını öneririm.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir.
Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır. Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da yazılıdır: “…ABOUT ONE AND A HALF MİLLİON MEN, WOMEN AND CHİLDREN MAİNLY JEWS FROM VARİOUS COUNTRİES OF EUROPE.”
Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Gomitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini de onaylamıştır.
Kamboçya'da 1975-1979 yılları arasında gerçekleşen soykırım, yaklaşık 3,5 milyon insanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Soykırım Pol Pot liderliğinde Kızıl Kemer üyeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Tuol Sleng Soykırım Müzesi, başkent Phnom Penh’deki 1975-1979 yıllarında iktidarda olan Kızıl Kmerler tarafından gerçekleştirilen soykırıma ilişkin belgelerin yer aldığı müzedir.
Müzenin bulunduğu bina Kızıl Kmerler iktidarı döneminde hapishane olarak kullanılmış, yaklaşık 17 bin kişi burada hapsedilmiş, bunlardan sadece 12'si sağ çıkabilmiştir. Müzeyi önceki yıl gezdim ve işkence aletlerini görünce şok oldum. (A History of Democratic Kampuchea (1975-1979). Documentation Center of Cambodia, s. 74)
Katledildiği iddia edilen 1,5 milyon Ermeni’nin mezarları bulunup, neden Tuol Sleng Soykırım Müzesi’nde olduğu gibi sergilenmiyor? Herhalde Ermeni muhibbi Taner Akçam yada sözde soykırım anıtına giderek çiçek koyan aşağıdaki 16 Türk’ten biri cevap verebilir.
1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise mutlaka onlardan kalan kemikler bir yerlerde olmalıdır. Çünkü üzerinden yüzlerce yıl geçmemiştir. 1,5 milyon rakamı gerçek ise, ortalama bir insanda 4 kg kemik olduğunu düşünürsek toplamda 6 milyon kg kemik eder ki, bunların yok olması mümkün değildir. Kutna Hora’yı gezenler bilir. 14. yüzyıldan kalan kemiklere bile bir şey olmamış. 1915’te 1,5 milyon Ermeni katledilmiş ise bunların kemikleri nerededir? Dile kolay tam tamına 6 milyon kg kemik nerededir?
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni “soykırım suçu” işlemekle suçlama, ceza hukukunun temel ilkeleriyle de bağdaşmaz. Soykırım, bir suç tanımıdır. 1915 tehcirine ilişkin yetkili mahkeme kararı yoktur. Ceza hukuku, kişilerin suç oluşturan eylemleriyle ilgilenir. Yetkili Türk mahkemesinin ve yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu yönde kararı bulunmamaktadır. Parlamentolar ve uluslararası kuruluşlar 1915 tehcirini “soykırım” olarak niteleyemez. Bunlar siyasal amaçlı kararlardır.
Ermeni tehciri “holocaust” diye anılan Yahudi soykırımından farklıdır. Yahudi soykırımı, Nürnberg mahkemesinin kararıyla hükme bağlanmış bir soykırım suçudur. Bu suçu işleyenler uzaydan gelmiş yaratıklar değildir. Suçlanan da Almanya ya da Almanlar değildir. Mahkum olanlar soykırım suçunu işleyen Alman yetkililerdir. Diğer bir deyişle gerçek kişiler olup Alman’dır.
Ermenistan’ın iddia ettiği gibi Nürnberg mahkemesi kararı sonucunda mahkum olanlar Alman olduklarına göre, Almanya’nın tarihte ilk soykırım suçu işlemiş bir ülke olması gerekir ama bu hukuken mümkün değildir. Soykırımı Almanlar değil, Alman kökenli Naziler işlemiştir. Tehcir iddia edildiği gibi bir suç ise, tehcirin yapılmasının yolunu açan Talat Paşa olduğuna göre O’nun yargılanıp hüküm giymesi gerekirdi.
Ama bu mümkün değildir. Çünkü o dönemde “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” yoktur ve bu sebeple suç yoktur. Talat Paşa’nın katili Sogomon Teilirian Almanya’da yargılanmıştır ama suçluluğu mahkeme tarafından reddedilmiştir. Kararda cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak amacıyla işlenmiş, ahlaki bir eylem olarak haklı bulunmuştur.
Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin de önü açılmıştır (Şeref Ünal, Salomon Teilirian Davası -Talat Paşa Suikastı: Berlin, 2-3 Haziran 1921, 2004, s. 65-66). Talat Paşa davası ve jürinin kararı, Batı dünyasında “Talat Paşa’nın suçunun ispatı” olarak algılanmıştır. Karar, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu.
Aşağıdaki görseller Ermeni diasporasının Türklere ve Türkiye’ye nasıl bir peşin yargı ile baktıklarının belgeleridir. Bunlar dururken yakınlaşma nasıl olacaktır? Benim hiç ümidim yoktur.
Ben, şahsen Hambersom Aghbashian’ın “Ermeni Soykırımı Gerçeğini Tanıyan Türk Aydınları” kitabında yer alan aşağıdaki paragrafın ışığında bir değerlendirme yapılması gerektiği kanısındayım:
“Ermeni Soykırımı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni tebaasını tarihsel anavatanından sistematik olarak yok etmesidir. 1915 yılında başlamış ve uzun yıllar devam etmiştir. 1915'ten önce Osmanlı İmparatorluğu'nda yaklaşık iki milyon Ermeni vardı. Bir buçuk milyonu yok edildi, yüzbinlercesi Müslüman olmaya zorlandı ve geri kalanı tüm dünyaya dağıldı. Ermeni Soykırımı'nın ilk modern soykırım olduğu kabul edilmektedir ve Avrupa Yahudilerinin Holokost'undan sonra en çok çalışılan ikinci soykırım vakasıdır. Bugüne kadar 30'dan fazla ülke Ermeni Soykırımı'nı resmen tanıdı, ancak Türkiye bunu reddediyor.”
Acaba 24 Nisan 2022’de ne olacaktır? “24 Nisan açıklaması: Biden 1915 olaylarını 'soykırım' olarak tanımladı, Türkiye sert tepki gösterdi” mi olacaktır? Öyle olacaksa eğer, hiç olmasın daha iyi olur bence.
***
Sakarya Gazetesi’nin bu günlere gelmesinde büyük emeği olan Üstün Ünügür’ü kaybetmenin üzüntüsünü paylaşır, tüm yakınlarına başsağlığı dilerim. Allah rahmet eylesin.