1963’ten beri..57 yıllık serüven..

Roma’nın çocukları bir arada Jacques Chirac’ın söylemiyle..
AB ile ilişkilerin inişli çıkışlı bir serüvende Batı kulübüyle vals olduğunu söyleyebiliriz. 

Türkiye’nin 1980’e kadar yaşanan iç politikadaki gelişmeleri Batı kulübüne uzak kalmasına yol açtı. 

1987 ‘de Turgut Özal’ın AB’ye tam üyelik başvurusu ile dinamizm kazandı süreç. 1989’da AB’den gelen olumsuz dönüş ilişkileri sekteye uğrattı. 
1995’te Tansu Çiller ile gümrük birliğine geçiş Roma’nın çocuklarıyla yakınlaşmayı sağladı. 
2004’de Gül-Erdoğan süreci sürdürdü ve 3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakereleri resmen başladı. Ancak iyi sürdüğü söylenemez.

35 başlıktan oluşan müzakere fasıllarının 16’sı açıldı, ancak bir tanesi tamamlanabildi. Türkiye yeni fasılların açılmasını beklerken AB içinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Ankara’ya karşı veto kartını kullanmayı sürdürüyor. 

AB içinde;
Fransa, 
Yunanistan, 
Kıbrıs Rum Yönetimi,
Türkiye’ye yaptırım isteyen ülkeler olarak öne çıkıyor. Özellikle, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz yataklarının keşfi siyasal arenayı karıştırdı siyasi ve askeri gerilimi yükseltti diyebiliriz. 
Akdeniz’de Türk şilebine kabul edilemez saldırı ilk kez AB ve Türkiye arasında askeri krize sebep oldu. 

Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin ardından Avrupa Parlementosu bağlayıcı olmayan tavsiye niteliğinde bir karara imza attı..Türkiye’ye yaptırım çağrısı:
10-11 Aralık Avrupa Birliği Liderler Zirvesi öncesinde Türkiye AB ile diyalogtan yana olduğunu belirtiyor. Oruç Reis gemisinin görevini tamamlayarak limana dönmesi Ankara’nın jesti olarak değerlendirilebilir. 

Diplomatik kaynaklar AB içinde Almanya ve Polonya’nın yaptırım kararına karşı direndiğini belirtiyorlar. AB Türkiye’yi önemsemek zorunda Türkiye’nin stratejik önemi göz ardı edilemez sanırım. Bakalım Liderler Zirvesi yaptırım kararını uygulayabilecek mi ya da öncekiler gibi bu kararda bekleme odasına mı alınacak?..